Kitlesel Travma ve Elimizden Gelenler

Kitlesel Travma Öne Çıkan

6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve çevre illeri de etkisi altına alan depreme hepimiz doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kaldık. Bu afete karşı doğan psikolojik tepkiler de herkese özgü ve biricik. Afet dolayısıyla oluşmuş olan travmanın hem bireysel hem de toplumsal yanlarının konuşulması gerektiğini düşünerek bu yazımızda kitlesel travmaya odaklanmaya karar verdik.

Kitlesel Travma Nedir?

Kitlesel Travma Öne Çıkan

Kitlesel travmanın ne olduğundan bahsetmeden önce travmanın anlamını bilmemiz gerekiyor. Amerikan Psikiyatri Birliği, travmayı “Bir kişinin tutumları, davranışları ve işleyişinin diğer yönleri üzerinde uzun süreli olumsuz bir etkiye sahip olacak kadar yoğun korku, çaresizlik, çözülme, kafa karışıklığı veya diğer yıkıcı duygularla sonuçlanan herhangi bir rahatsız edici deneyim.” şeklinde tanımlıyor. Travmatik olaylar, insan davranışlarından (tecavüz, savaş, endüstriyel kazalar) veya doğadan (depremler) kaynaklanan olayları içerir ve genellikle bireyin dünyayı adil, güvenli ve öngörülebilir bir yer olarak görmesine meydan okur.

Travmanın bedenimizdeki etkileriyle ilgili daha detaylı bilgi için bu yazıya göz atabilirsiniz.

Travmadan bahsederken genelde kişinin bireysel olarak hayatını etkileyen bir durumdan bahsederiz. Kitlesel travma ise topluma yayılan bir travmadır. Bireysel sonuçlara ek olarak toplumsal sonuçları da kapsamaktadır. İnsanların travmatik bir olaydan etkilenmeleri için deneyimi doğrudan yaşamış olmaları gerekmemektedir. Duyduğumuz hikayelerden, izlediğimiz haberlerden de etkilenebiliriz.

Ek olarak ülkemizde yaşanan afet beraberinde birçok stresör getirmektedir. Bölgede yaşayanlar için meydana gelen artçı depremler, fiziksel ihtiyaçların sağlanamaması, yas, güvende hissetmeyle ilgili sorunlar, şehir değiştirme, göç, göç edilen şehre uyum sağlama, istihdam sorunları, eğitimle ilgili sıkıntılar… Bunlar çok büyük bir topluluğun hayatının her yönünü etkileyen stresörler arasından sadece bazılarıdır.

Kitlesel travmanın ne olduğuna dair bir fikir sahibi olduğumuza göre olası psikolojik etkilerinden de bahsedebiliriz.

Kitlesel Travmanın Psikolojik Etkileri

Kitlesel Travma Kalp

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travmaya maruz kalan kişiler akut stres belirtileri gösterebiliyor olsa da, herkes Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) geliştirmemektedir. Yapılan araştırmalar TSSB’nin dünya çapında yaşam boyu yaygınlığın %3.9 olduğunu göstermektedir. Travmatik olay deneyimleyen kişilerde ise TSSB’nin yaşam boyu yaygınlığı %5.6 olarak bulunmuştur (Koenen ve ark., 2017).

Travma Sonrası Stres Bozukluğu genel olarak dört kategoride belirtileri içermektedir:

  • Travmayı yeniden deneyimlemek
  • Kaçınma
  • Duygu ve bilişlerde olumsuz etki
  • Artan uyarılmışlık ve tepkisellik belirtileri

Travmatik olayın üzerinden bir aydan uzun süre geçmesine rağmen bu tarz belirtileriniz devam ediyorsa bir ruh sağlığı uzmanına danışmanız önerilmektedir. Akut stres belirtilerinin TSSB belirtilerinden farklılaştığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Kuşaklar Arası Travma

Yaşanan travmanın bireyler tarafından düzgün bir şekilde işlenememesi ve iyileşememesi sonucunda travmanın kuşaklar arasında aktarılma riski de artar. Kişilerin travmayla nasıl başa çıktıkları burada çok önemlidir. İşlevsiz başa çıkma yolları; işlevsiz inançlar ve davranışlar geliştirmemize ve bunları gelecek nesillere aktarmamıza neden olacaktır. Bu, travmatik olaydan etkilenen bireylerin destek almaktan çekinmemeleri için bir başka neden olabilir. Kuşaklar arası travma hakkındaki yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

İlişkiler

Travmatik olay sonrasında kişilerin çevresindeki kişilere olan bakış açıları da değişmektedir. Değişen inançlar sonucunda kişilerin ilişkileri de elbette etkilenmektedir. Örneğin depremden etkilenen bireylere “mağdur” rolü yüklersek onlara o şekilde davranmaya başlarız. Öz yeterliliklerini gösterebilecekleri alanları onlara tanımakta zorlanabiliriz. İnsanlarla olan ilişkimiz deprem öncesi ilişkimize göre oldukça farklılaşır.

Kitlesel Travma ile İlgili Neler Yapabiliriz?

Fiziksel Sağlığımıza Dikkat Edebiliriz

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi bu süreçte çok konuşuluyor ve bunun iyi bir sebebi var. İhtiyaçlar hiyerarşisinde en alt seviyede fizyolojik ihtiyaçlarımız yer alıyor. Uykumuz, beslenme düzenimiz, su tüketimimiz ne durumda? Yeterince hareket ediyor muyuz? Bu alanların travmatik olaylar sonucunda etkilenmesi çok olası ve doğal. Rutine dönme söylemine bu alanlardaki rutinlerimiz de elbette dahil. Elimizden geldiğince bu alanlarda da kendimize bakım vermemiz çok önemli.

Kitlesel Travma İhtiyaçlar

Farkındalığımızı Arttırabiliriz

Bir yere varabilmek için öncelikle olduğumuz yerin neresi olduğunu bilmemiz gerekiyor. Şu anda ne durumda olduğumuzu anlamaya çalışabiliriz. Kendimize karşı kullandığımız dil de çok önemli. Olayın etkilerini değerlendirirken kendimizi bir mağdur konumundan çok hayatta kalan konumunda görmek bizi pasif durumdan uzaklaştıracaktır. Nasıl bir ruh halinde olduğumuzu, süreç içerisinde neler hissettiğimizi keşfetmek için yazmak iyi bir fikir olabilir. Bir günlük tutmak farkındalığımızı arttırabilir. Aynı şekilde duygularımızı dile getirebileceğimiz kişilerle konuşmak da bize farkındalığımızı arttırmak için iyi bir alan yaratacaktır.

Yazmak ve konuşmanın yanında travmaya duyarlı mindfulness pratikleri de bu süreçte bize yardımcı olabilir.

Sosyal Kaynaklarımıza Odaklanabiliriz

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde; fizyolojik ihtiyaçlarımızdan sonra güvenlik, daha sonra da sosyal ihtiyaçlar bulunuyor. Sosyal destek kaynaklarımız her zaman kıymetli. İnsanların sosyal bir canlı olduğunu ve ilişkiler sayesinde iyileşebileceğini biliyoruz. Başkalarıyla duygularımızı paylaşabilmemiz, onların deneyimlerini dinleyebilmemiz süreç içerisinde bizim için destekleyici olacaktır.

Psikolojik Destek Alabiliriz

Herkesin travma ile deneyimi farklı olduğundan iyileşme süreci de farklı olacaktır. Profesyonel yardıma birçok sebepten ihtiyaç duyabiliriz. Nedenimiz ne olursa olsun süreç içerisinde psikolojik destek almanın bir seçenek olduğunu hatırlamakta fayda var. Terapi yolunda bir adım atmayı düşünüyorsak destek alacağımız kişinin travma konusunda bilgili olmasına da dikkat etmek önemlidir.

Kitlesel Travma Yazmak

Toplumun Yeniden İnşa Edilebilmesine Katkıda Bulunabiliriz

Kitlesel travmaların toplulukları etkilediğinden bahsetmiştik. Etkilenen topluluğun yeniden inşa edilmesi için bir şeyler yapabiliriz. Bu hem kendimizin hem de başkalarının iyileşme süreçlerine yardımcı olacaktır. Elimizden geliyorsa güvenilir kaynaklara bağış yapmak, fiziksel yardımda bulunmak bu noktada yapabileceklerimizden bazıları. Belki bir başkasının sosyal kaynağı biz olabiliriz. Onlara süreçlerinde eşlik edebiliriz. Güvenilir kaynakların yayılmasına destek olabiliriz. Ama burada da dikkat etmemiz gereken nokta kendi imkanlarımız ve sağlığımız olmalı. Boş bir kaptan dökemeyiz. Kendi kaynaklarımız ne durumda? Kendimizi tüketiyor muyuz? Desteklerimiz sürdürülebilir mi? Bazen bizim de desteğe ihtiyacımız olabiliyor. Yukarıda listelenen yapılabilecekler bizim için de her zaman geçerlidir. Bunu unutmamakta fayda var.

Bu yazımızda sizler için kitlesel travmadan ve neler yapabileceğimizden bahsettik. Kitlesel travma çok geniş bir konu. Hakkında konuşulacak çok şey var ve önümüzdeki süreçte bu konu sık sık konuşulacak gibi. Kitlesel travmanın içerisinde yas da önemli bir yer tutuyor. Yas ile ilgili yazımızı da inceleyebilirsiniz. Yapabileceklerimizle ilgili bir fikrimizin olması ve aksiyon almak bize hem bir kontrol duygusu kazandırıyor hem de iyileşmemize katkıda bulunuyor.

Okuduğunuz için teşekkürler. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

Yazar: Arzu Coşkun

Editör: Şevval Pektaş

Kaynakça

Rachel, L. (2021, 18 Haziran). Collective Trauma: Definition, Effects, & How to Heal. 19 Mart 2023 tarihinde  https://www.choosingtherapy.com/collective-trauma/ adresinden alınmıştır.

Koenen, K. C., Ratanatharathorn, A., Ng, L., McLaughlin, K. A., Bromet, E. J., Stein, D. J., … & Kessler, R. (2017). Posttraumatic stress disorder in the world mental health surveys. Psychological medicine47(13), 2260-2274.

Hill, T. (2017, 18 Aralık). Should mental health professionals understand intergenerational trauma? 19 Mart 2023 tarihinde https://www.acamh.org/blog/intergenerational-trauma/ adresinden alınmıştır.

APA Dictionary of Psychology (t.y.). Trauma. 19 Mart 2023 tarihindehttps://dictionary.apa.org/trauma adresinden alınmıştır.

Morganstein, J. C. (2019, Kasım). Coping After Disaster. 19 Mart 2023 tarihinde https://www.psychiatry.org/patients-families/coping-after-disaster-trauma adresinden alınmıştır.

International Society for Traumatic Stress Studies. (2016). Mass Disasters, Trauma, and Loss. 19 Mart 2023 tarihinde  https://istss.org/ISTSS_Main/media/Documents/ISTSS_MassDisaterTraumaandLoss_English_FNL.pdf adresinden alınmıştır.

United Brain Association. (2019, 31 Aralık). PTSD: The Reality of Post-Disaster Trauma. 19 Mart 2023 tarihinde https://unitedbrainassociation.org/2019/12/31/ptsd-the-reality-of-post-disaster-trauma/ adresinden alınmıştır.

 

Deprem Destek Hattı

Deprem Destek Hattı’ndan merhabalar. Öncelikle 6 Şubat tarihinde Kahramanmaraş ve çevre illerde hissedilen afet sebebiyle yaşanan durumdan dolayı üzgün olduğumuzu belirtmek isteriz. Deprem bölgesinde olan afetzedelere ve etkilenen herkese geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Depremden etkilenen herkesin sağlıklı ve güvenli olabilmesini temenni ediyoruz. Depremin etkilerini en aza indirmek için Deprem Destek Hattını yayımlıyoruz.

ÖNEMLİ: 

İhtiyaçlara yönelik hazırlanmış olan Deprem Destek Hattı, bir tür psikososyal destek hattı değildir. Çeşitli sivil toplum organizasyonlarının ve kurtarma ekiplerinin teyitli ve ulaşılabilir iletişim numaları, ihtiyacı olan kişiler için bir sayfada toparlanmıştır. Yaşanan afetin ardından  afetzedelerin en kısa sürede güvenli ve sağlıklı durumda olmalarını temenni ederiz. Detaylı bilgiye aşağıdaki butona tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Önemli İletişim Numaraları:

Afet Bilgi

https://www.afetbilgi.com/

AHBAP

Deprem Sonrası Güvenli Konaklama Alanları

https://www.google.com/maps/d/u/1/viewer?mid=1aQ0TJi4q_46XAZiSLggkbTjPzLGkTzQ&ll=37.06301742072889%2C37.28739713964324&z=6

Deprem İmece Platformu

Yardım Almak- Yardım Vermek İçin Tüm Bilgiler Mevcut

https://deprem.io/

Ulaşılabilir Tüm Linklerler

https://deprem.io/yararli-linkler

İhtiyaç Haritası

https://www.ihtiyacharitasi.org/

Afet Haritası

https://afetharitasi.org/

Bölgelere Göre Ücretsiz Oteller

https://www.otelz.com/tr/gecmisolsunturkiyem

Enkaz Belirleme

https://survey123.arcgis.com/share/60b0edcfb75d40d9a77f8c4df6f6be0e?portalUrl=https%3A%2F%2Fgeo.bimtas.istanbul%2Fgeoportal&fbclid=PAAaYDPJUxXXEQaieLGsBryJu–2x3tDVaJOg6rrVHWkd0-_1bpY1jskDvj8E

BABALATV Destek Hattı

Yardıma ihtiyacı olanlar için
0533 094 9673

Yardım göndermek için
0532 470 7903

AFAD İllere Göre Numaralar

AFAD Kahramanmaraş: 0344 221 49 91

AFAD Adana: 0322 227 28 54

AFAD Hatay: 0326 233 54 15

AFAD Gaziantep: 0342 428 11 18

AFAD Diyarbakır: 0412 326 11 58

AFAD Adıyaman: 0416 216 12 31

AFAD Şanlıurfa: 0414 313 72 90

AFAD Malatya: 0422 212 84 32

AFAD Osmaniye: 0328 826 20 02

AFAD Kilis: 0348 813 44 78

AKUT Genel Merkez: 0212 217 04 10

KIZILAY ÇAĞRI MERKEZİ: 168

POLİS: 112

ITFAİYE: 112

AMBULANS: 112

JANDARMA: 112

SAHİL GÜVENLİK: 112

ORMAN YANGINI İHBAR: 112

AFET ARAMA KURTARMA: 112

SU ARIZA İHBAR: 185

ELEKTRİK ARIZA İHBAR: 186

DOĞALGAZ ARIZA İHBAR: 187

AFAD İllere Göre WhatsApp Grupları

ŞANLIURFA AFAD

https://chat.whatsapp.com/JvmhtjpVtj0LJujjBPl7yr 

OSMANİYE AFAD

https://chat.whatsapp.com/KmMilZgpe9GHXFUMn9NYm0 

ADANA AFAD

https://chat.whatsapp.com/KvTrTTjyp4UGeAxXTPEPAp

MALATYA AFAD

https://chat.whatsapp.com/JEacNmKp6Q5G0RLIVCZkQy 

ANKARA AFAD

https://chat.whatsapp.com/HPZHVLNc85Z11uSJfwrBW9

KAHRAMANMARAŞ AFAD

https://chat.whatsapp.com/JxqOehulQfr275g5Y8eTT9

GAZİANTEP AFAD

https://chat.whatsapp.com/KNNBJSWQ5MfJyALWUwcqaV

DİYARBAKIR AFAD

https://chat.whatsapp.com/Jax4l8cWMWgLiq6CiAl45M

ADIYAMAN AFAD

https://chat.whatsapp.com/FO606jxDOgOHbkLyw59Z1b

HATAY AFAD

https://chat.whatsapp.com/DNc8qXK2x8WK0xOTZDPiSc

Polikistik Over, Doğum Kontrol Hapları ve Psikoloji

Polikistik Over Depresyon

Merhaba sevgili okur! Bu yazımızda sizlerle Polikistik Over Sendromu (PKOS) ve doğum kontrol haplarının olası psikolojik etkilerinden konuşacağız. Menstrüel sağlığın öneminin göz ardı edilmemesi ve psikolojik etkileri hakkında daha çok konuşulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden bu yazımızda sizlere bu konudaki birkaç araştırmadan bahsetmek istedik. Sonunda da okuyucularımıza, kullanıcılarının özellikle sağlıkları ile ilgili konularda bilimsel bilgiye dayalı tercihler yapmasını önemseyen BEIJE ile hazırladığımız küçük bir sürprizimiz olacak. Şeffaf bilgi paylaşımına ve ürünlerinin kalitesine önem veren bir menstürel ürünler markası olan BEIJE, organik hammadeler kullanmayı da ön planda tutuyor.

Keyifli okumalar!

Polikistik Over Sendromu

Polikistik Over Şema

Polikistik Over Sendromu

Kadınlarda en sık görülen hormonal rahatsızlıklardan biri Polikistik Over Sendromu’dur. Yumurtalıklarda iyi huylu ve küçük kistlerin oluşması ve regl olamama ya da uzun aralıklarla regl olma ile karakterizedir. Bu hastalıkla birlikte yumurtalıklardan fazla miktarda androjen hormonu salgılanmaktadır. Kandaki androjen miktarının artışı ile de ciltte sivilcelenme, yağlanma, saç dökülmesi ve tüylenme gibi belirtilere sebep olabilmektedir.

Kişiyi birçok şekilde etkileyen bu hastalığın psikolojik etkileri de elbette araştırılmıştır. Bir meta analiz sonucunda PKOS olan kadınların daha fazla anksiyete ve depresyon tanısı aldıkları bulunmuştur. Ayrıca hayat kalitelerinin daha düşük olduğu görülmüştür. Buna karşın hastalığa sahip olmayan kadınlarla kıyaslandıklarında cinsel işlevlerinde belirgin bir farklılık görülememiştir.

Araştırmacılar Polikistik Over Sendromu’nun neden depresyon ve anksiyeteyi arttığından emin olamamaktadır. Ancak bize birkaç ipucu verebilecek araştırmalar da mevcuttur. Örneğin: PKOS’si olan kadınların yaklaşık %70’inin aynı zamanda insülin direnci de bulunmaktadır. İnsülin direncinin de depresyonla ilişkili olduğu bilinmektedir. PKOS ile depresyon arasındaki ilişkiye katkıda bulunabilecek diğer faktörler arasında PKOS’a bağlı stres, iltihaplanma ve obezite sayılabilmektedir.

Bir jinekolog tarafından kişiye özel planlanan PKOS tedavilerinde genel olarak doğum kontrol hapları kullanılmaktadır. Doğum kontrol hapları, adet düzeninin sağlanmasına yardımcı olmakla birlikte tüylenme ve akne gibi belirtileri de azaltabilmektedir.

Peki bu hastalığın tedavisinde önemli bir rol oynayan doğum kontrol haplarının psikolojimize etkileri nedir acaba?

Doğum Kontrol Hapları

Doğum Kontrol Hapları

Ağızdan alınan doğum kontrol hapları hayatımıza gireli aslında sadece 60 sene kadar oldu. Günümüzde doğum kontrol hapı kullanan kişi sayısı ise 100 milyonun üzerinde olarak tahmin ediliyor. İçinde östrojen ve progesteron hormonlarını bulunduran haplar yumurtlamayı durdurmayı veya azaltmayı amaçlıyor. Aile planlamasında büyük rol oynayan doğum kontrol hapları, farklı tedavilerde de kullanılmakta. Migren, kistik akne, kronik regl ağrıları, PKOS ve daha fazlası…

Aslında bu yüzden doğum kontrol hapı yerine “çoğunlukla doğum kontrolü için kullanılan hormon ilacı” demek daha doğru olabilir.

Doğum kontrol haplarının kullanıldığı alanlardan ve etkilerinden bahsetmişken her ilaçta olduğu gibi onun da yan etkilerinden bahsetmek istiyoruz. Mide bulantısı, karın ağrısı, baş ağrısı ve ruh halinde değişiklikler bazı yan etkilerinden sayılabilmektedir.

Sizlere, doğum kontrol haplarının ruh haline etkileriyle ilgili yapılmış oldukça popüler bir araştırmadan bahsetmek istiyoruz. Danimarka’da vatandaşların sağlık ve sosyal durumları ile ilgili verilerinin toplandığı birçok kayıt mevcut. Bahsedeceğimiz araştırma bu kayıtlardan toplanan verilerle yapılmıştır. 15 ve 34 yaşları arasındaki 1 milyondan fazla kadını 14 yılı aşkın bir süre boyunca takip eden bu araştırmanın bulguları oldukça ilginç. Elde edilen sonuçlara göre 15 ve 19 yaş aralığında doğum kontrol hapı kullanan kadınların, kullanmayanlara göre depresyon tanısı alma ve kendisine antidepresan reçete edilme olasılığının %80 daha fazla olduğu bulunmuş. Ek olarak sadece progesteron hormonu içeren doğum kontrol hapları kullanan kadınların depresyon tanısı alma olasılığının ise, kullanmayanlara göre 2 kat daha fazla olduğu görülmüş.

Elbette, bu sonuçları değerlendirirken korelasyonun nedensellik demek olmadığını kendimize hatırlatmak iyi olabilir. Araştırmada doğum kontrol hapları ve depresyon arasında bir ilişki bulunduğu söyleniyor. Fakat bulgular birinin diğerine neden olduğunu kanıtlamak için yeterli değil.

Polikistik Over Depresyon

 

Bir Çalışma Daha…

Bahsettiğimiz araştırmadan sonra elbette doğum kontrol haplarının psikolojik etkileriyle ilgili çalışmalar yapılmaya devam edilmiş. 2017 yılında İsveç’te yapılan bir araştırmada 19-35 yaşları arasındaki 350 kadın ilaç ve placebo grubu olarak ikiye ayrılmış ve 3 ay boyunca takip edilmiş. Bu araştırmanın sonucunda ise ilaç kullanan kadınların olduğu grubun genel iyi oluşunda istatistiksel olarak belirgin bir azalma görülmüş. Ancak doğum kontrol hapı ile depresif semptomlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir etki bulunamamış.

Yapılan araştırmaların ortak bir yanı olduğu kesin: iyi oluşta azalma.

Polikistik over sendromunun depresyon ve anksiyeteyle ilişkili olması ve tedavisinde yine depresyonla ilişkili olan ve iyi oluşta azalmaya neden olan doğum kontrol haplarının kullanılması kişilerde umutsuzluğa sebep olabilmektedir. Bu noktada sağlığın bütüncül bir durum olduğunu hatırlamak önemlidir. Uzmanlar 6 ayda bir jinekoloğa görünmeyi önermektedir. Bunun yanı sıra, PKOS tanısı aldıktan sonra veya doğum kontrol hapı kullanımı sırasında ruhsal durumunuzda değişiklikler gözlemlerseniz, ruh sağlığınız için de elinizden geleni yapmaktan lütfen çekinmeyin. Bir ruh sağlığı uzmanına başvurmanızı gerektirecek bir durum içerisinde iseniz durumunuzu açıklarken doğum kontrol haplarını kullandıktan sonra veya PKOS tanısı aldıktan sonra bu sorunlarla karşılaştığınızı belirtmeniz, terapi süreciniz açısından faydalı olacaktır.

Menstrüel Sağlığınız İçin Bir Adım

Beije Ped

Menstrüel sağlığın fizyolojik ve psikolojik etkileriyle ilgili biraz fikir sahibi olduğumuza göre bu yönde bir adım atabilmeniz için size bir davette bulunmak istiyoruz. Organik ve vegan hammadelerle yapılan ve içerisinde zararlı kimyasallar bulunmayan menstrüel ürünleri bulabileceğiniz BEIJE markasından bahsediyoruz: Özellikle 2 ayda bir evinize teslim edilen ve organik bambu lifinden dokunmuş ped veya organik pamuktan üretilmiş tampon aboneliklerini, hem sağlığınız için hem de bütçe dostu olmaları açısından şiddetle tavsiye ederiz. Fiyatlandırmalarındaki şeffaflık prensibi doğrultusunda yaptığınız ödemenin ne kadarının nereye gittiğini de görebiliyorsunuz. Bunun yanı sıra BEIJE, elde ettikleri kârın %8’ini regl yoksulluğuyla mücadele eden kişi ve kurumlara bağışlıyor. Ayrıca hem aldığınız servisle ilgili, hem de menstrüel sağlıkla ilgili bilgi edinebileceğiniz bir sosyal medya hesapları da mevcut, göz atmanızı öneririz.

Şimdi gelelim sürprizimize! BEIJE alışverişlerinizde kullanabileceğiniz %15 indirim kuponunu sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Siz de BISEY15 kodunu, beije.co üzerinden ödeme ekranında ilgili bölüme girerek anında %15 indirim fırsatından yararlanabilirsiniz.

İyi oluşunuzda bir azalma ya da ruhsal durumunuzda sıkıntılar fark ettiğinizde lütfen yardım aramaktan çekinmeyin. Kendinize bir ruh sağlığı günü ayırmak iyi bir fikir olabilir. Bir ruh sağlığı gününde yapabilecekleriniz hakkındaki yazımızı sizler için buraya bırakıyoruz. Ayrıca cinsel sağlık ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için BEIJE’in hazırladığı cinsel sağlık rehberini inceleyebilirsiniz.

Sağlıkla kalın!

Yazar: Arzu Coşkun

Editör: Şevval Pektaş

Kaynakça

Brynhildsen, J. (2014). Combined hormonal contraceptives: prescribing patterns, compliance, and benefits versus risks. Therapeutic advances in drug safety, 5(5), 201-213.

Skovlund, C. W., Mørch, L. S., Kessing, L. V., Lidegaard, Ø. (2016). Association of hormonal contraception with depression. JAMA psychiatry, 73(11), 1154-1162.

Zethraeus, N., Dreber, A., Ranehill, E., Blomberg, L., Labrie, F., von Schoultz, B., … & Hirschberg, A. L. (2017). A first-choice combined oral contraceptive influences general well-being in healthy women: a double-blind, randomized, placebo-controlled trial. Fertility and sterility, 107(5), 1238-1245.

Farrell, K., & Antoni, M. H. (2010). Insulin resistance, obesity, inflammation, and depression in polycystic ovary syndrome: biobehavioral mechanisms and interventions. Fertility and sterility, 94(5), 1565-1574.

Yin, X., Ji, Y., Chan, C. L. W., & Chan, C. H. Y. (2021). The mental health of women with polycystic ovary syndrome: a systematic review and meta-analysis. Archives of women’s mental health, 24(1), 11-27.

Browne, G. (2022, 20 Haziran). Do Birth Control Pills Affect Your Mood? Scientists Can’t Agree. 11 Aralık 2022 tarihinde https://www.wired.co.uk/article/hormonal-birth-control-depression-suicide/ adresinden alınmıştır.

Hersh, E. (2019, 1 Mart). PCOS and Depression: Understanding the Connection and Finding Relief. 11 Aralık 2022 tarihinde https://www.healthline.com/health/depression/pcos-and-depression/ adresinden alınmıştır.

Hill, S. (2020, 26 Mart). Feel like a different person on the pill? Here’s how it affects your mood. 11 Aralık 2022 tarihinde https://ideas.ted.com/how-the-birth-control-pill-affects-your-mood/ adresinden alınmıştır.

Acıbadem Web ve Yayın Kurulu (2019, 7 Ekim). Polikistik Over. 11 Aralık 2022 tarihinde https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/polikistik-over/ adresinden alınmıştır.

Çam, M. (2021, 31 Ağustos). Doğum Kontrol Hapı: Nedir, Avantajları ve Dezavantajları, Kullanım Şekli, Yan Etkileri. 11 Aralık 2022 tarihinde https://www.anadolusaglik.org/blog/dogum-kontrol-hapi-nedir-avantajlari-ve-dezavantajlari-kullanim-sekli-yan-etkileri adresinden alınmıştır.

Röportaj: Aşkın Nöropsikolojisi

Aşk, yüzyıllardır en çok yazılan ve konuşulan konular arasında başı çekmektedir. Bu yazımızda da aşka nöropsikolojik açıdan bakmak için nöropsikoloji alanında yaptığı çalışmalar ile psikoloji bilimine önemli katkılarda bulunan değerli hocamız Prof. Dr. Öget Öktem Tanör ile röportaj yaptık. Sorularımıza verdiği cevaplar ve bize ayırdığı vakit için Öget hocamıza çok teşekkür ederiz!

Aşık Olunca Vücudumuzda/Beynimizde Neler Olur?

Aşık olunca sürekli sevdiğini düşünürsün ve düşündükçe de müthiş bir mutluluk duygusu hissedersin çünkü aşk beyindeki ödül sistemini uyarır. Ödül sisteminin uyarılması da kişiye  müthiş bir mutluluk duygusu verir. Bağımlılık yapan uyuşturucu maddeler alındığında da bu mutluluk duygusu duyulur çünkü bu maddeler de aynı ödül sistemini uyarır. Aşık olunca serotonin nörotransmitterinin düzeyi düşmektedir. Bu düzeyin düşmesi, aşkı tutku haline getirir. Serotonin düzeyi obsesif kompulsiyonlarda da düşer. Obsesif kişi takıntılı olduğu şeyi düşünür. Aşık kişi de eğer aşık olduğu kişi yanında değilse sürekli onu düşünür ve ondan bahseder.

Zihin teorisi kısaca karşımızdaki kişiyi anlama becerimizdir. Bir insanla tanıştığımızda onun nasıl biri olduğunu sadece bize söylediklerinden değil söylemediklerinden de anlarız. Zihin teorisi, sevdiğin insana karşı adeta işlemez hale gelir, çalışmaz ve durur. Beyin araştırmalarından elde edilen görüntülemeler de bu durumu kanıtlar niteliktedir. Yani zihin teorisi başka kişilere karşı işlerken aşık olduğun kişiye karşı işlemez. Dolayısıyla da onun negatif özelliklerini göremezsin.

aşk

 Aşık olunca iki hormon salgılanmaktadır bunlar oksitosin ve vazopressindir. Bu hormonların fizyolojik başka etkileri olmakla birlikte bu hormonlar bağlanma ve emosyonel birliktelik duygusu veren hormonlardır. Aşık olduğun kişiye dokunduğunda, sarıldığında veya koluna girdiğinde, sarılma hormonları olan oksitosin ve vazopressin salgılanmaktadır. Aşıklarda hipotalamus uyarılmaktadır ve bol miktarda dopamin salgılanmaktadır. Bu da aşkın, karşılıklı cinsel çekim duygusunu vermektedir. Şiddetli aşık olduğun zaman, ilk iki yıl kortizol gibi stres hormonları sürekli yüksek düzeyde bulunmaktadır.

 

Aşk Bu Kadar Beyin ile İlgiliyken Neden Aşk Denince Aklımıza İlk Kalp Geliyor?

Orta çağlardan beri emosyonların kalpte olduğu düşünülmüştür. Dilimize kalbim diye girmiştir. Böyle düşünülmesinin sebebi, karşıdan beklemediğin anda sevdiğin kişi çıktığı zaman kalbinin pır pır etmesidir. Göğsünde fizyolojik bir duyu hissedersin herhalde bu yüzden Orta Çağ insanları kalp diye düşündü.

Bağlanma Türleri gibi Aşk Türleri de Var mıdır?

Beyin görüntülemeleri ile aşkın nörobiyolojisini inceleyen ekip, alevli aşka romantik aşk adını vermiştir.  Romantik aşk, şiddetli çekimle zirvede dolaştığın zamanlardır. Deminden beri söylediğim zihin teorisin çalışmadığı, seratoninin düştüğü ve tutkuyla onu düşündüğün aşktır. Ancak bu ömür boyu süren bir şey değildir, belirli bir sınırı vardır. Eğer bundan sonra aşk devam ederse bu aşk, olgun aşka evrilecektir. Olgun aşkta karşındakinin negatif taraflarını da görürsün ama onu olduğu gibi seversin. Bu süreçte oksitosin ve vazopressin hormonları yüksek düzeyde olmaya devam etmektedir. Aynı şekilde bağlanma ve  emosyonel birliktelik devam etmektedir. Eğer aşık olduğun kişi ile sükunet içinde bir birliktelik devam ediyorsa iki türlü aşk var diyebiliriz: romantik ve olgun aşk. Diğerlerine ise aşk demiyoruz, sadece cinsel çekim olduğunda o bir aşk değildir.

 

Aşk Bittiğinde Bedenimizde ve Vücudumuzda Neler Olur?

Eğer aşk kendi kendine sönüp bittiyse bütün bu bahsettiğimiz hipotalamik aktiviteler de biter, oksitosin ve vazopressin azalır. Artık aşık olduğun kişiyi tutku ile düşünmezsin. Ancak aşk, aşkın içindeyken karşı tarafın diğerini terk etmesiyle de bitebilir. Aşk, bağımlılık yapan maddelerin beyinde uyardığı yerleri uyarmaktadır. Böyle bir bitiş kişiyi madde bağımlısı bireyin maddeden uzak kaldığı haline düşürür.

Aşık Olacağımız Kişiyi Seçebilir miyiz?

Seçmek yanlış bir kelime, kime aşık olacağımızı seçemeyiz. Onun ne olduğunu bilmediğimiz ama bizi çeken tarafları vardır. Onlar bizi ona aşık edebilir. İlk görüşte aşk diye de bir şey var. Yani bir anda aşık olabilirsin. Dostundur senin aşık olmak aklına bile gelmez ama dostluk ilişkisinin bir yerinde aşık olma durumuna geçilebilir. Bununla ilgili bir sürü açıklama yapılıyor ama hiçbiri tam doğru değil.

Mutlu bir çocukluk dönemi geçirmiş kız çocukları babalarındaki özellikleri taşıyan erkeklere, erkek çocukları da annelerindeki özellikleri taşıyan kadınlara aşık olur diye açıklamalar var.  Başka açıklamalar da var mesela kendinize benzeyen kişilere aşık olursunuz, sizde olmayan ama sizi tamamlayan özellikteki kişilere aşık olursunuz gibi. Bu açıklamaların hepsinde doğruluk payı olabilir bunun dışında hiç akla gelmeyen açıklamalar da olabilir.

 

Hayvanlar Aşık Olabilir mi?

Hayvanlar üzerinde bizim gibi aşık olup olmadıkları hakkında bir araştırma yapılmamış. Ancak bilim insanları farelerde oksitosin ve vazopressin araştırması yapmıştır. Monogan farelerde oksitosin ve vazopressin bulunmakta ama poligon farelerde bulunmamaktadır. Yine başka bir araştırmada ömrünü tek eşle geçiren farelerde yüksek düzeyde vazopressin ve oksitosin bulunduğu, eş kavramı olmayan rastgele çiftleşen dağ farelerinde ise bu hormonların hiç olmadığı araştırmacılar tarafından bulunmuştur. Tabii bu bizim anladığımız anlamda aşk mıdır değil midir bilemeyiz?

hayvanlar ve aşk

Ebeveynin Çocuğuna Duyduğu Sevgi ile Aşk Birbirine Benzer mi?

Çok benzemektedir. Ödül bölgelerinin çocuğa bakarken uyarılması; serotonin düşüklüğü, çocuğuna tutku ile bağlanma, sürekli ondan söz etme, zihin teorisinin çocuğuna karşı çalışmaması, aşkta yaşananlara çok benziyor. Tek farkı hipotalamik uyarılma ve dopamin salgılanması olmuyor çünkü bu sevginin içinde cinsellik yok.

 

Bitmeyen Bir Aşktan Bahsetmek Mümkün mü? Aşkın Bir Ömrü Var mıdır?

Bitmeyen bir aşk tabii var, aşkın olgun aşka evrilip çiftlerin yaşadığı süre boyunca sürdüğü bilinmektedir. Hatta olgun aşk sürüp giderken eşlerden biri ölürse diğerinde bu aşkın devam ettiği bilinen bir şeydir. İlla aşk biter diye bir şey yok bitmeye de bilir.

İlk Görüşte Aşk Var mıdır?

İlk görüşte çekim başlar ardından aşk başlar. Çekimle birlikte devamı gelir yani ilk görüşte aşk vardır.

Aşkın Gözü Kördür/Aşığa Bağdat Sorulmaz gibi Atasözlerinin Doğruluk Payı Var mıdır?

Aşkın gözü kördür ile aşığa Bağdat sorulmaz atasözlerinin anlamları birbirinden farklılaşmaktadır, aşığa Bağdat sorulmaz demek aşık kişi sevdiği insan için her şeyi yapar demektir. Bunun nedeni zamanında Bağdat’a gitmenin zor olmasıdır. Aşkın gözü kördür demekse zihin teorisinin işlemez hale gelmesidir. Karşımızdaki kişinin eleştirilecek taraflarına karşı kör oluşumuz, onu görmeyişimizdir. Herkes onun kötü özelliklerini görür fakat aşık olan kişi görmez.

 

Aşık Olduğumuzda, Beynimizde Gerçekleşen Aktivasyonlar Karşımızdaki Kişiye Göre Değişir mi?

Örneğin, platonik aşık olduğumuz biriyle olan ilişkimiz romantik aşka evrildiğinde beynimizde oluşan aktivasyonlar değişiklik gösterir mi?

Şimdi platonik aşkı siz gençler yanlış kullanıyorsunuz. Platonik aşkı tek taraflı aşk olarak kullanıyorsunuz. Oysa platonik aşk, içerisinde cinsellik barındırmayan, cinselliğin tabu olduğu romantik aşka denir. Tek taraflı aşkın beyin görüntüleme çalışması yapılmamış ancak mutlaka tek taraflı aşkta karşılık alınamamasının oluşturduğu değişiklikler oluyordur.

Aşk İçin Cinsel ve Fiziksel Çekim Şart mıdır?

Eğer aşıksan cinsel çekim de hissedersin. Bu homoseksüel aşklar için de heteroseksüel aşklar içinde geçerlidir. Bunu eyleme koyup koymamak farklıdır. Cinselliğin yaşanmadığı aşk ise platonik aşktır. Ancak aşkta cinsel çekim oluşur.

Aynı Anda İki Kişiye Aşık Olmamız Mümkün mü?

Evet bu mümkündür ve mümkün olduğu söylenmektedir.

Aşkı Nörokimyasallara ve Beyin Aktivasyonlarına İndirgemek Doğru mudur?

İndirgemiyoruz ki aşık olduğumuz zaman böyle kimyasal ve hormonal aktiviteler oluyor diyoruz. Aşkın duygusal tarafını buna indirmiyoruz. Bu aktivasyonlar, aşkın duygusal tarafının yanı sıra olan şeylerdir.

Öget hocamıza içtenliği samimiyeti ve bize ayırdığı vakit için çok teşekkür ederiz. Aşk ve psikoloji konuştuğumuz, aşka bilimsel açılardan baktığımız çok keyifli bir söyleşi oldu. Sevgili okurlar aşk ve bilimle kalın 💐

 Rahel Layiktez ile yaptığımız röportajı okumak için tıklayabilirsiniz. 

Editör: Pelinsu Kılıççı

Öğrenilmiş Çaresizlik Nedir?

shuttle box

Çaresizlik, neredeyse herkesin en az bir kere de olsa deneyimlemiş olduğu bir histir. Bazen işler istediğimiz gibi gitmeyebilir ve biz onları değiştirecek gücü kendimizde bulamayabiliriz. Sonuçlar, bizim eylemlerimizden bağımsız görünmektedir. Ne yaparsak yapalım hep öyle olacak gibidir, kontrol elimize geçtiğinde bile. Bu yazıda, öğrenilmiş çaresizlik olarak tanımlanmış fenomenin ne olduğundan ve tarihsel keşif sürecinden bahsedeceğiz. Aynı zamanda depresyon ve sinirbilim ile olan ilişkisi üzerinde duracağız.

Öğrenilmiş Çaresizlik Nedir?

Öğrenme ile ilgilenen deneysel psikologlar uzun yıllar boyunca deneğin kontrol edebileceği ödül ve cezalara karşı olan davranışlarını incelemiştir. Örneğin, tipik bir edimsel öğrenme deneyinde organizma bir tepki verir ya da bir tepki vermekten kaçar. Böylece, çevresindeki olayları etkiler (Seligman, 1972). Örneğin operant koşullama kutusuna konulan bir rat (deney faresi), manivelaya her bastığında bir yiyecek topu ile ödüllendiriliyor olsun. Böyle bir deneyde ödüle ilişkin kontrol organizmanın elindedir ve organizma böylece çevresini düzenleyebilmektedir.

skinner kutusu

Ancak doğaya baktığımızda, olasılıkların her zaman bu kadar iyi düzenlenmediğini görebiliriz. Hayatımızda kontrol edebileceğimiz olaylarla karşılaşmamızın yanı sıra, kontrolümüzde olmayan pek çok olayla da karşılaşmamız mümkündür. Bu tür kontrol edilemeyen olaylar organizmaları zayıflatabilmektedir. Örneğin organizmalar tarafından yanıt vermenin etkili olduğunu öğrenememe, duygusal stres ve depresyonla ilişkilidir (Seligman, 1972).

Öğrenilmiş çaresizlik, kontrol edilemeyen stres faktörlerine tekrar tekrar maruz kalmanın, bireylerin daha sonra mevcut olabilecek herhangi bir kontrol seçeneğini kullanamamasına neden olduğu bir fenomendir (APA, 2022).

öğrenilmiş çaresizlik nedir?

Öğrenilmiş Çaresizliğin Keşfi

1967’de Overmier ve Seligman, kaçınılmaz elektrik şoklarına maruz kalan köpeklerin daha sonra kaçmanın mümkün olduğu farklı bir durumda şoktan kaçmayı öğrenemediklerini gözlemlemiştir. Yine aynı yıl Seligman ve Maier, bu etkinin orijinal şokların kontrol edilememesinden kaynaklandığını göstermiştir.

Daha önceden kontrol edilemez şok denemelerine maruz kalmayan köpekler, mekik kutusuna (shuttle box) konulduklarında tipik tepkiler gösterirler. Mekik kutusunun, şok verilen ve verilmeyen kısım olmak üzere, bariyer ile ikiye ayrılmış bir düzeneği vardır (Overmeir ve Seligman, 1967).

öğrenilmiş çaresizlik kutusu

Şoka maruz kalan bu köpekler genelde ulur ve çılgınca koşarlar. Tesadüfi olarak bariyeri atladıklarında ise şoktan kurtulacaklardır. Bunu deneyimleyen köpekler, sonraki denemelerde şoktan kaçma becerilerini oldukça geliştirir. Bununla beraber, kaçma-kaçınma eğitiminden önce kontrol edilemez şok denemelerine maruz bırakılan köpekler, çok daha farklı davranışlar gösterecektir. Bu köpekler de ilk başta diğerlerine benzer şekilde koşup ulurlar. Ancak onların aksine, çoğu koşmayı kısa sürede bırakır ve yere uzanıp şokun bitmesini bekler. Köpekler bariyeri geçip şoktan kaçmak yerine, onu pasif bir şekilde kabul ediyor gibi görünür. Bu videodan kısaca mekik kutusunun mekanizması ve köpeklerin davranışlarını görebilirsiniz.

Bununla birlikte, bu köpeklerin davranışlarının tuhaf bir özelliği daha vardır.

Köpekler, denemelerin ilk başlarında bazen bariyerden atlayabilirler. Ancak daha sonra şoku almaya geri dönerler. Yani, bariyerden atlamanın şoku sonlandırdığını öğrenemezler. Oysa daha önceden kontrol edilemez şok denemeleri almayan köpekler için başarılı bir kaçış denemesi, daha sonraki kaçış tepkilerinin güvenilir bir tahmincisidir (Overmeir ve Seligman, 1967; Seligman ve Maier, 1967; Seligman, 1972). 

shuttle box

Köpekler ile yapılan bu deneylerdeki sonuçlar doğrulandıktan sonra, fareler üzerinde de bazı deneyler yapıldı. Yine köpeklerde olduğu gibi araştırmacılar fareleri üç gruba ayırdı. Bunlar kaçınılmaz şok alanlar, kaçınılabilir şok alanlar ve şok almayanlar. Daha sonra bir kutuya yerleştirilen ve şoka maruz kalan fareler, kutunun içindeki bir manivelaya basmaları ile şoktan kaçabileceklerdi. Ancak önceki deneylere benzer şekilde, önceden kaçınılamaz şoka maruz kalan fareler, kaçmaya bile çalışmadılar (Seligman ve Beagley, 1975).

İnsanlarda Öğrenilmiş Çaresizlik 

Hayvanlardan sonra, insanlara yönelik de çeşitli öğrenilmiş çaresizlik deneyleri gerçekleştirilmiştir.

Miller ve Seligman (1975) yaptıkları bir deneyde, katılımcıları üç gruba ayırmışlardır. Bir grup yüksek ve rahatsız edici bir gürültüye maruz kalmıştır ancak önlerindeki bir düğmeye dört kere basmaları ile bu gürültü sona ermiştir. Yine bu rahatsız edici sese maruz kalan diğer bir grup içinse düğme işlevsel değildir. Üçüncü grup ise hiçbir sese maruz kalmamaktadır. Daha sonra tüm katılımcılara yüksek ve rahatsız edici bir ses sunulmuştur ve bu sesi kesmeye yarayacak bir düzenek verilmiştir. Ancak hayvan deneylerindeki sonuçlara benzer şekilde, önceden kontrol edilemez gürültüye maruz kalan katılımcılar, sesi kesmek için çaba göstermemişlerdir. Diğer katılımcılar ise gürültüyü nasıl sonlandıracaklarını kısa sürede öğrenmiştir. 

Yapılan bu deneyler ve elde edilen benzer sonuçlar üzerine araştırmacılar, “kontrol edilemezliğin” motivasyonel, bilişsel ve duygusal etkileri olduğunu öne sürmüşlerdir. Bilişsel etkiler, organizmanın koşulların kontrol edilemez olduğu düşünceleri ile ilgilidir. Bununla beraber motivasyon eksikliği, organizmanın olumsuz koşullardan kaçma fırsatının olduğunda bile bu potansiyel çözümlere yanıt vermemesi anlamına gelir. Duygusal etki ise organizmanın kontrol edilemez bir durum içinde olduğunda ortaya çıkan depresif durumu ifade eder (Abramson ve ark., 1978).

insanlarda öğrenilmiş çaresizlik

Bu araştırmalardan yola çıkan bilim insanları, oldukça önemli bir bağlantıyı da keşfetmiştir: depresyon ve öğrenilmiş çaresizlik.

Depresyon ve Öğrenilmiş Çaresizlik

Çaresizlik; kişisel ve evrensel olarak ikiye ayrılmakla beraber aynı zamanda genellik ve istikrar açısından farklı boyutlara sahiptir.

Kişisel ve Evrensel Çaresizlik

Evrensel çaresizlik, kişinin içinde bulunduğu durum ile ilgili hiçbir şey yapılamayacağına olan inancı ile ilgilidir. Kişi, kimsenin acıyı hafifletemeyeceğine, geçiremeyeceğine ve sorunun bir çözüme kavuşturulamayacağına inanmaktadır. Kişisel çaresizlikte ise, kişi başkalarının acıyı hafifletip çözüm bulabileceğine inansa da bunları kendi yapabileceğini düşünmez (Abramson ve ark., 1978). 

Her iki çaresizlik türü de depresyona yol açabilmektedir. Bununla birlikte evrensel çaresizlik hisseden kişiler,  sorunları ve onların çözümsüzlüklerine ilişkin dışsal atıflar yapmaya daha yatkınken kişisel çaresizlik hisseden kişiler içsel atıflar yapmaya daha yatkındır. Dışsal atıfta kişi, kendisi veya bir başkasıyla ilgili davranışı ilgili kişinin dışındaki nedenlere atfeder. İçsel atıfta ise kişi kendisi veya bir başkasıyla ilgili davranışı, ilgili kişiye yönelik içsel ve psikolojik nedenlere atfeder (APA, 2022). 

Bununla birlikte, kişisel çaresizlik yaşayan bireyler, öz-saygılarında da düşüklük yaşayabilirler. Çünkü onlara göre problemi başka diğer herkes çözse bile, kendileri çözemeyecektir. Bununla birlikte kişisel ve evrensel çaresizlik yaşayan insanların bundan bilişsel ve motivasyonel etkilenmeleri aşağı yukarı aynı olacaktır. Buna rağmen, kişisel çaresizlik yaşayan bireyler için, duygusal yetersizlik daha büyük olabilmektedir (Abramson ve ark., 1978). 

depresyon ve öğrenilmiş çaresizlik

Çaresizlikte Genellik ve İstikrar

Çaresizlik, genellik ve istikrar olmak üzere iki faktör bağlamında incelenmektedir. Genellik boyutunda çaresizliğin genel ya da spesifik olması yer alırken, istikrar boyutunda kronik ya da geçici olması yer alır. Eğer kişi genel bir çaresizlik yaşıyorsa, yaşamın çeşitli alanlarında bunu deneyimliyor demektir (Abramson ve ark., 1978). Örneğin kişi, hem iş yaşantısında, hem özel ilişkilerinde hem de aile ilişkilerinde çaresizlik hissedebilmektedir. Bu tip bir çaresizliğin, daha şiddetli bir depresyona yol açması olasıdır (Abramson ve ark., 1978). 

Kronik çaresizlikte, çaresizlik duyguları daha uzun süreli deneyimlenmektedir. Bununla birlikte geçici çaresizlik ise daha kısa ve tekrarlanmayan çaresizlik deneyimlerini içermektedir.  Aynı zamanda kronik çaresizlik yaşayan bireyler, depresyonu daha şiddetli yaşama eğilimindedir (Abramson ve ark., 1978).

Çalışmalardan elde edilen veriler sonucunda da görülmektedir ki öğrenilmiş çaresizlik DSM IV’te depresyon tanısı için öne sürülen 9 kriterden sekizini karşılamaktadır. Bunlar

  • üzgün duygudurum
  • ilgi kaybı
  • kilo kaybı
  • uyku sorunları
  • psikomotor sorunlar
  • tükenmişlik
  • değersizlik
  • kararsızlık veya zayıf odaklanmadır.

Bununla birlikte ortaya çıkmayan semptom, intihar düşünceleridir (Maier ve Seligman, 2016). 

Öğrenilmiş Çaresizlik için Terapötik Müdahaleler

Görüldüğü üzere, öğrenilmiş çaresizlik en azından çaresizlikten kaynaklanan depresyonun nedenini tanımlamaktadır. Abramson ve arkadaşları (1978) buna uygun olarak çeşitli terapötik müdahaleler de önermiştir: 

  1. İstenen olayların olasılığını artırarak ve olumsuz olayların olasılığını azaltarak çevreyi değiştirin.
  2. Bireyin kontrol edemediği olayların olumsuzluğunu ya da gerçekleşme olasılığı düşük olan olayların arzu edilebilirliğini azaltın. 
  3. Eğer arzu edilen sonuçlara ulaşılabilirse, kişinin bu sonuçları elde etmek için kontrolün kendinde olduğunu fark etmesine yardımcı olun.
  4. Başarısızlığa yönelik olan gerçekçi olmayan açıklamaları dışsal (içsel değil), geçici (kronik değil) ve spesifik (genel değil) olana doğru değiştirin. Başarıya yönelik olan inançları ise içsel, kronik ve genel olana doğru değiştirin. 

öğrenilmiş çaresizlik tedavisi

Sinirbilim ve Öğrenilmiş Çaresizlik

Görüldüğü üzere bu fenomen, birçok deney ile pek çok farklı tür açısından kanıtlanmış bir fenomendir. Aynı zamanda klinik depresyonla olan ilişkisi nedeniyle farklı ve etkili tedavi arayışları için de önemli bir yerde durmaktadır.

Son yıllarda yapılan öğrenilmiş çaresizlik çalışmaları, öğrenilmiş çaresizlik ve sinirbilim ilişkisini incelemektedir. Yapılan çalışmalar, öğrenilmiş çaresizlik ve lateral habenula çekirdekleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Bununla beraber Lateral habenula; motivasyonel, bilişsel ve motor süreçleri düzenlemek için, duyusal ve deneyime bağlı bilgileri entegre eden bir merkez olarak hareket eder. Ayrıca beynin bu bölgesi, majör depresyon bozukluğu ile de ilişkili bulunmuştur (Hu ve ark., 2020).

Ayrıca ventromedial prefrontal korteks, bu durumla ilişkili alanlardan bir diğeridir.  Bununla birlikte bu alan duygusal tepkilerin engellenmesinde rol oynar. Bir başka alan ise dorsal rafe çekirdeğidir. Bu bölge beyin sapında bulunmakla birlikte, depresyon ve serotonin ile ilişkilidir (Maier ve Seligman, 2016).

Son Olarak: Öğrenilmiş İyimserlik 

Anlaşılacağı üzere Martin Seligman, bu fenomenin çerçevesini çizip doldurmuş en önemli isimlerden biridir. Bununla beraber bu önemli araştırmacının dikkati yıllar içinde çaresizliğin tam tersine dönmüş gibi görünmektedir: iyimserlik.

Bununla beraber Seligman, Pozitif Pasikolojinin de önemli isimlerinden biridir. Bu konu hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak istiyorsanız, Seligman’ın üzerine yazdığı “Öğrenilmiş İyimserlik: Zihninizi ve Hayatınızı Nasıl Değiştirirsiniz?” kitabına göz atabilirsiniz. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

Editör: Pelinsu Kılıççı

öğrenilmiş iyimserlik

KAYNAKLAR

Abramson, L. Y., Seligman, M. E., & Teasdale, J. D. (1978). Learned helplessness in humans: Critique and reformulation. Journal of Abnormal Psychology, 87(1), 49–74. https://doi.org/10.1037/0021-843X.87.1.49

 APA Dictiniory of Psychology. (n.d.). Learned Helplessnes. 20 Mart 2022 tarihinde https://dictionary.apa.org/learned-helplessness adresinden alınmıştır. 

 APA Dictiniory of Psychology. (n.d.). Dispositional Attribution. 28 Mart 2022 tarihinde https://dictionary.apa.org/dispositional-attribution adresinden alınmıştır.

APA Dictiniory of Psychology. (n.d.). Situational Attribution. 28 Mart 2022 tarihinde https://dictionary.apa.org/situational-attribution adresinden alınmıştır.

Hu, H., Cui, Y., & Yang, Y. (2020). Circuits and functions of the lateral habenula in health and in disease. Nature Reviews Neuroscience, 21(5), 277-295.

Maier, S. F., & Seligman, M. E. P. (2016). Learned helplessness at fifty: Insights from neuroscience. Psychological Review, 123(4), 349–367. https://doi.org/10.1037/rev0000033

Miller, W. R., & Seligman, M. E. (1975). Depression and learned helplessness in man. Journal of Abnormal Psychology, 84(3), 228–238. https://doi.org/10.1037/h0076720

Overmier, J. B., & Seligman, M. E. (1967). Effects of inescapable shock upon subsequent escape and avoidance responding. Journal of Comparative and Physiological Psychology, 63(1), 28–33. https://doi.org/10.1037/h0024166

Seligman, M. E. (1972). Learned helplessness. Annual review of medicine, 23(1), 407-412. https://www.annualreviews.org/doi/pdf/10.1146/annurev.me.23.020172.002203

Seligman, M. E., & Beagley, G. (1975). Learned helplessness in the rat. Journal of Comparative and Physiological Psychology, 88(2), 534–541. https://doi.org/10.1037/h0076430

Seligman, M. E., & Maier, S. F. (1967). Failure to escape traumatic shock. Journal of Experimental Psychology, 74(1), 1–9. https://doi.org/10.1037/h0024514

 

Evrimsel Psikoloji II – Temel İlkeler ve Güncel Konular

evrimsel psikoloji

Herkese tekrardan merhaba! Bir önceki yazımızda, evrimsel psikolojinin tanımından ve tarihçesinden bahsetmiştik. Aynı zamanda evrimsel psikologların, zihnin tasarımını anlamak için kullandıkları ve Biyoloji biliminden alınan beş temel ilkeyi incelemiştik.  Bu ay ise ünlü evrimsel psikologlar Cosmides ve Tooby’nin öne sürdüğü altı temel evrimsel psikoloji ilkesini inceleyeceğiz. Bununla birlikte, evrimsel psikolojide çalışılan bazı güncel konular üstünde duracağız.

Evrimsel Psikolojinin Teorik İlkeleri

Cosmides ve Tooby (2005), evrimsel psikoloji alanının temel ilkelerini şu şekilde sunmuştur:

  • Beyin, çevreden bilgi almak üzere doğal seçilim tarafından geliştirilmiş bir bilgisayardır.
  • İnsan davranışı, bu bilgisayar (beyin) tarafından, çevreden alınan bilgilere yanıt olarak üretilmektedir. Bu nedenle davranışı anlamak için, davranışı oluşturan bilişsel programları anlamak gereklidir.
  • İnsanların beyinlerindeki bu bilişsel programlar, atalarımızın hayatta kalmalarına ve üremelerine hizmet ettikleri için varlardır.
  • İnsan beyninin bazı bilişsel programları şu an için uyumlu olmayabilir. Ancak bu programlar bir zamanlar, atalarımızın bulunduğu ortamlara uyum sağlıyorlardı.
  • Doğal seçilim, insan beyninin pek çok farklı özel amaçlı programdan oluşmasını sağlamıştır.
  • Kültürel ve sosyal fenomenler, beynimizin hesapsal mimarisinin anlaşılması ile açıklanabilirler.

Görüldüğü üzere evrimsel psikolojinin bu temel ilkeleri, daha önce bahsettiğimiz Biyoloji biliminden alınan beş temel ilke üzerine temellenmiştir.

evrimsel psikoloji

Evrimsel  Psikolojide Çalışılan Konular

Modern evrimsel psikoloji, teorik ilkelerine dayanarak birçok farklı konuya açıklamalar getirmektedir. Burada hepsini tartışmamız mümkün olmadığından, görece daha fazla konuşulan konulardan bahsedeceğiz.

Evrimsel Psikoloji ve Eş Seçimi

seçimi, doğası gereği hepimizi düşündüren bir konudur. Örneğin karşıdakini bizim için çekici yapan nedir? Neden bazı özellikler (örneğin ince bel) kadınlarda, bazıları ise erkeklerde (örneğin kaslı olma) daha çekici bulunuyor? Çekicilik ve üreme arasındaki ilişki nedir? Evrimsel psikoloji bu konuya nasıl yaklaşıyor?

İnsanların evrimsel tarihi boyunca erkekler ve kadınlar, cinsel meseleler ile ilgili, cinsiyete özgü çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır (Thornhill ve Gangestad, 1996).  Evrimsel psikologlara göre, atalarımızın daha başarılı üremelerine bir yardımcı olan psikolojilerin, evrimsel tarih boyunca günümüze kadar aktarılmış olması muhtemeldir. Bununla beraber erkek ve kadınların farklı üreme kapasiteleri ve kısıtlamaları vardır. Bu sebepten, cinsiyetler çiftleşme ve üremeyle ilgili farklı psikolojiler geliştirmiş olabilir (Valentine ve Li, 2012).

Örneğin, kadınlar potansiyel eşlerinin daha çok kaynaklarına ve statüsüne değer verir. Bununla beraber erkekler, potansiyel eşlerinin gençliğine ve fiziksel çekiciliğine daha fazla önem vermektedir. Aynı zamanda, özellikle yatırım yapma istekliliği ile ilişkili özellikler de değerlidir. Potansiyel eşin kişiliği, kadınlar için daha fazla önemlidir (Thornhill ve Gangestad, 1996). Bir başka örnek olarak ise kadınlar erkeklere göre kısa süreli cinsel ilişkilere girme konusunda daha temkinlidir (Valentine ve Li, 2012).

evrimsel psikoloji ve eş seçimi

Ebeveyn Yatırım Teorisi

Bu teori, Evrimsel biyolog Robert Trivers tarafından geliştirilmiştir. Ebeveyn yatırımı, ebeveynin soyunun devam edebilmesi için, yavru bireye yaptığı yatırımlar olarak tanımlanır. Bir türde, daha fazla ebeveyn yatırımı yapan cinsiyet, daha seçici bir cinsiyete dönüşür. Daha az yatırım yapan cinsiyet ise daha değerli cinsiyete erişim için kendi aralarında rekabet eder (Valentine ve Li, 2012).

Tahmin edebileceğiniz gibi insanlar ve diğer memeliler için, dişiler daha fazla ebeveyn yatırımı yapmaktadır. Aslında bu bir gerekliliktir: gebelik, doğum, bakım gibi süreçler, dişilerin daha fazla yatırım yapmasını gerektirmektedir. Bununla birlikte erkekler, bir erkeğin ebeveyn yatırımı seminal sıvının salınımı ile sona erebilir. Bu sebeple dişiler daha seçicidir. Çünkü dişiler düşük kaliteli bir eşle çiftleşirlerse, kaybedecekleri daha fazla şey olacaktır (Valentine ve Li, 2012).

Uzun Vadeli Eş Tercihleri

Evrimsel psikolojiye göre uzun vadeli bir eş seçiminde, kadınlar ve erkekler büyük miktarda kaynak ve zaman yatırımı yaparlar. Bu sebepten, uzun vadeli bir eş seçiminde cinsiyetler arası bazı benzerlikler olmalıdır. Örneğin her iki cinsiyet de kendilerine benzer kişileri eş olarak seçme eğilimindedir. Bu benzerlikler zekâ, dini görüş, siyasi görüş ve bunun gibi özellikler temelinde olabilir. Çünkü benzerlikler uzun vadede ilişkideki çatışmayı azaltırken uyumu artıracaktır (Valentine ve Li, 2012).

Bununla birlikte, çiftler genel olarak yaş bakımından benzer olma eğilimi gösterirler. Ancak, kadınların kendilerinden büyük erkekleri tercih etme olasılıkları daha fazladır. Aynı zamanda erkekler daha çok, 20’li yaşlarda, doğurganlığın zirvesinde olan kadınları çekici bulmaktadır (Kenrick ve ark., 1994). Bu bulgular da ebeveyn yatırım teorisi ile açıklanabilir. Her iki cinsiyet de kendi soylarının devam etme olasılığının fazla olduğu durumları tercih etmektedir.

Yapılan bazı araştırmalar, kadınların fiziksel olarak çekici bulunan yönlerinin sağlık ve cinsel olgunluk ile ilgili olduğunu öne sürmektedir. Örneğin Singh (1993), bel-kalça oranı 0.6-0.8 arasında değişen kadınların, erkekler tarafından daha çekici algılandıklarını bulgulamıştır. Singh’e (1993) göre aynı zamanda bel-kalça oranı ve doğurganlık güçlü bir ilişki içindedir. Düşük bel-kalça oranı, hangi dişilerin doğurgan yaşta olduğunu tahmin etmek için iyi bir ayırt edicidir.

evrimsel psikoloji ve eş

Aldatma

Buss ve arkadaşları (2005) yaptıkları bir çalışmada, erkeklerin yarısından fazlasının, duygusal bir aldatma yerine cinsel bir aldatmaya daha fazla üzüldüğünü bulgulamıştır. Evrimsel psikologlara göre bunun nedeni şu şekilde açıklanabilir: Erkekler, uzun vadeli ilişkilerine çok fazla kaynak ve zaman ayırırlar. Bu sebepten, yatırımlarının yanlış yönlendirilmemesi için cinsel açıdan kıskanç davranırlar. Aynı zamanda daha çok, kendilerine sadık olacak eşler seçme eğilimindedirler. Bir erkeğin, cinsel sadakati dikkate almadan uzun süreli bir eş seçiminde bulunduğunu düşünelim. Bu erkek muhtemelen, soyunun devamını sağlayacak bir torun bırakamayacaktır (Valentine ve Li, 2012).

Kadınların ise daha farklı kaygıları vardır. Bir dişi, anneliğinden her zaman emindir çünkü çocuğu kendi doğurmaktadır. Bu nedenle endişeleri, partnerinin kaynaklarına, yatırımlarına ve statülerine odaklıdır. Bu sayede, çocukları ve kendisi için sosyal ve ekonomik kaynaklar elde edebilir (Valentine ve Li, 2012). Bu nedenle kadınlar duygusal bir aldatma sonucunda daha fazla üzüntü bildirmektedirler (Buss ve ark., 2005).  Çünkü böyle bir durumda, eşlerinin desteğini ve kaynaklarını paylaşmak zorunda kalacaktır.

evrimsel psikoloji ve aldatma

Evrimsel Psikoloji ve Yardım Etme

Günlük hayatta, bir diğerine yardım ettiğimiz ve aynı şekilde yardım aldığımız zamanlar olmuştur. Hatta bazen, kendi hayatımızı tehlikeye atmak pahasına bir başkasına yardım ederiz. Peki bunun gibi bir özgecilik davranışını, insanın yegâne amacının hayatta kalmak olduğunu söyleyen evrimsel psikoloji nasıl açıklıyor?

Akraba Seçimi

Evrimsel psikolojiye göre, genetik bir akrabaya yardım etmek de doğal seçilim tarafından desteklenmektedir (akt. Aronson ve ark., 2012) İnsanlar kendi çocukları aracılığı ile genlerini aktarabilirler. Ancak bu, tek yol değildir.  İnsanlar aynı zamanda genetik akrabalarının üremesiyle de genlerini aktarabilir. Bu sebepten doğal seçilimin özgeci davranışları genetik akrabalara göstermeyi desteklemiş olması muhtemeldir (Aronson ve ark., 2012).

Karşılıklılık Normu

İnsanlar, birbirlerinin daha az değer verdiği şeyleri, birbirlerinin daha fazla değer verdiği şeyler ile değiş tokuş edebilirler. Böylece, kendilerini eskisinden daha iyi bir duruma getirmiş olurlar. Bu şekilde de çevreye olan uyumlarını artırırlar.  Bu tip bir değiş-tokuş, belgelenmiş tüm insan kültürlerinde bulunur. Bununla beraber yiyecek paylaşmak, iyiliklerin karşılığını vermek, karşılıklılık beklentisi ile yardım etmek gibi pek çok farklı formda görülebilir (Cosmides ve ark., 2010).

Buradan da anlaşılabileceği üzere, özgeciliği açıklamanın başka bir yolu da karşılıklılık normu olabilir. Karşılıklılık normunu, birine yardım ettiğimizde, gelecekte de onun bize yardım etme olasılığının artması şeklinde açıklayabiliriz (Aranson ve ark., 2012).

Atalarımızın, bencil bir ortama kıyasla iş birliğine dayalı bir ortamda hayatta kalma olasılığı daha fazla olmuştur. Yani belli bir karşılıklılık anlayışı geliştirenlerin soylarını devam etme ihtimalleri de artmıştır (Aranson ve ark., 2012). Bazı araştırmacılar, minnettarlık duygusunun da karşılıklılığı düzenlemek için geliştiğini savunmaktadırlar. Birisi bize yardım ederse hissedeceğimiz minnettarlık, ona ileride yardım etme olasılığımızı artıracaktır (akt., Aranson ve ark., 2012).

 karşılıklılık normu

Sosyal Normları Öğrenmek

Bireyin, toplumdaki sosyal normları diğerlerinden öğrenmesi, uyumunu büyük ölçüde artırır. Örneğin atalarımız, sosyal normlar sayesinde zehirli bitkileri öğrenmiş olabilirler. Bu sayede, hayatta kalma olasılıkları da artmıştır. Böylece, sosyal normları öğrenme, doğal seçilim tarafından desteklenmiştir. Bu normlardan biri de başkalarına yardım etmenin değerli olduğudur (Aranson ve ark., 2012).

Evrimsel Psikoloji, Duygular ve Yüz İfadeleri

Darwin, sözel olmayan iletişim biçimlerinin kültüre özgü olmaktan ziyade, türe özgü olduğunu düşünüyordu. Bir zamanlar kullanışlılık sağlamış fiziksel reaksiyonların kalıntıları, yüz ifadelerine dönüşmüş olmalıydı (Aranson ve ark., 2012).

Daha sonra yapılan bazı araştırmalar, iğrenme ve korku duygularına karşılık gelen kas hareketlerinin birbirlerinin tersi olduğunu ortaya koymuştur. İğrenme yüz ifadesi, uyarıcıya karşı algıyı düşürür vaziyettedir: gözler kısılır, burun delikleri küçülür, daha az hava solunur… Korku ise bunun tam tersi olarak uyarıcıya ilişkin algıyı artıran kas hareketleri ortaya çıkarır. Örneğin gözler açılır ve burun delikleri genişler (akt. Aranson ve ark. 2012).

Paul Ekman’ın yürttüğü çalışmalar, Darwin’in öngörüsünün, altı temel duygu için geçerli olduğunu gösterdi: öfke, mutluluk, şaşırma, korku, iğrenme ve üzüntü. Bu duyguların yüz ifadeleri, yapılan kültürlerarası çalışmalara göre evrensel bir nitelikteydi. Aynı zamanda altı aylık bebekler bile bu yüz ifadelerini sergileyebiliyordu. Yapılan araştırmalar, hor görme ve gurur gibi başka yüz ifadelerinin de evrimsel niteliğini incelemeye devam ediyor (akt., Aranson ve ark., 2012).

 yüz ifadeleri

Görüldüğü üzere Evrimsel psikoloji, insan davranışlarının farklı yönlerine sunduğu bakış açıları ile birçok olguyu temel sayıltıları çerçevesinde açıklayabilmektedir. Bahsettiğimiz konular dışında örneğin dikkat, bellek, bağlanma, karar verme, kişilik, ekonomi, örgütsel davranış, zekâ gibi birçok konu da Evrimsel psikoloji bağlamında incelenmektedir. İlginizi çeken konulara ilişkin çeşitli makalelere buradan ulaşabilirsiniz. Başka bir yazı ile tekrar görüşmek üzere!

Editör: Pelinsu Kılıççı

Kaynaklar

Aronson, E., Wilson, T. D. ve Akert, R.M. (2012). Sosyal algı. O. Gündüz (Çev.). Sosyal psikoloji (7. Baskı, ss. 185-189) içinde. Kaknüs. (Orijinal eser, 2010).

Aronson, E., Wilson, T. D. ve Akert, R.M. (2012). Toplum yanlısı davranışlar. O. Gündüz (Çev.). Sosyal psikoloji (7. Baskı, ss. 622-627) içinde. Kaknüs. (Orijinal eser, 2010).

Buss, D. M., Shackelford, T. K., Kirkpatrick, L. A., Choe, J. C., Lim, H. K., Hasegawa, M., … & Bennett, K. (1999). Jealousy and the nature of beliefs about infidelity: Tests of competing hypotheses about sex differences in the United States, Korea, and Japan. Personal relationships6(1), 125-150.  https://doi.org/10.1111/j.1475-6811.1999.tb00215.x

Cosmides, L., Barrett, H. C., & Tooby, J. (2010). Adaptive specializations, social exchange, and the evolution of human intelligence. Proceedings of the National Academy of Sciences107, 9007-9014. https://doi.org/10.1073/pnas.0914623107

Kenrick, D. T., Neuberg, S. L., Zierk, K. L., & Krones, J. M. (1994). Evolution and social cognition: Contrast effects as a function of sex, dominance, and physical attractiveness. Personality and Social Psychology Bulletin20(2), 210-217. https://doi.org/10.1177/0146167294202008

Singh, D. (1993). Adaptive significance of female physical attractiveness: Role of waist-to-hip ratio. Journal of Personality and Social Psychology, 65(2), 293–307. https://doi.org/10.1037/0022-3514.65.2.293

Thornhill, R., & Gangestad, S. W. (1996). The evolution of human sexuality. Trends in ecology & evolution11(2), 98-102. https://doi.org/10.1016/0169-5347(96)81051-2

Tooby, J., & Cosmides, L. (2005). Conceptual Foundations of Evolutionary Psychology. In D. M. Buss (Ed.), The handbook of evolutionary psychology (pp. 5–67). John Wiley & Sons, Inc.

Valentine, K. A., & Li, N. P. (2012). Mate selection. The Encyclopedia of Human Behavior2, 564-570. https://doi.org/10.1016/B978-0-12-375000-6.00227-5

Evrimsel Psikoloji Nedir?

Evrimsel Psikoloji

Çürük yiyeceklerden neden iğrendiğimizi hiç düşündünüz mü? Romantik eş seçiminde fiziksel çekiciliğin neden önemli olduğunu ya da bebekleri neden “tatlı” bulduğumuzu nasıl açıklardınız? Bunlar, günlük hayatımızın sıradan davranışları gibi görünse de insan tarihinin geçmişine dair ipuçları barındırıyor olabilir mi? Yaptığımız çoğu şeyin, geçmişten bu yana hayatta kalmamıza hizmet ettiği için davranış repertuvarımızda bulunuyor olabileceğini hiç düşündünüz mü?

Bu yazıda, bunun gibi sorulara cevap vermeye çalışan evrimsel psikolojinin ne olduğunu açıklamaya çalışacağız. Aynı zamanda, evrimsel psikolojinin tarihsel temellerini ve evrimsel psikologların zihnin tasarımını anlamaya çalışırken yararlandıkları biyoloji biliminden alınan beş temel ilkeyi inceleyeceğiz.

Evrimsel Psikoloji Nedir?

Evrimsel Psikoloji, psikolojik olguları anlamaya yönelik temel bir çatı gibidir. İnsanın sinir sistemi ile bu sistemin doğurduğu davranışların evrimsel süreçlerin ürünleri olduğunu ileri sürmektedir (Solak, 2017). Evrimsel psikologlara göre insan davranışlarının tümü, insan atalarının hayatta kalmasına ve üremesine yardımcı olan fiziksel ve psikolojik yatkınlıkların etkisini yansıtır. Yine bu görüşe göre, herhangi bir hayvanın beyni ve vücudu, o hayvanın atalarının sıkça karşılaştığı ortamlarda başarıyı kolaylaştırmak için birlikte çalışmak üzere tasarlanmış mekanizmalardan oluşmaktadır (Kenrick, 2019).

Evrimsel psikolojide araştırmanın amacı, insan zihninin tasarımını keşfetmek, anlamak ve ayrıntılı olarak haritalamaktır. Ayrıca bu yeni keşiflerin diğer alanlar için etkilerini araştırmaktır (Cosmides ve Tooby, 2005).

Evrimsel Psikoloji

Evrimsel Psikolojinin Tarihsel Temelleri

1859 yılında Charles Darwin, “Türlerin Kökeni Üzerine” adlı çalışmasında, çok haklı bir öngörüde bulunmuştu. Bu, gelecekte psikoloji biliminin evrim teorisine dayanacağı üzerineydi. Darwin (1859), zihinsel güç ve kapasitenin kademeli edinilmesine bağlı temeller üzerine duracağını düşünmekteydi. Bu bağlamda, onun bu öngörüsünün evrimsel psikolojinin haberini verir nitelikte olduğu söylenebilir (Solak, 2017).

Bundan yaklaşık 30 yıl sonra, “İşlevselcilik” ekolünün temsilcilerinden William James, yayımladığı Psikolojinin İlkeleri” (2007/1890) adlı kitabında, “içgüdü” kavramı üzerinde durmuştur. Bu terim kabaca, belli bir türün evrimsel tarihinin ürünü olan özelleşmiş sinir devrelerini ifade etmektedir. William James, insan davranışının esnekliğini, hayvanlardan daha çok içgüdüye sahip olması ile açıklamıştı. Ona göre insanlar bu içgüdülerin varlığına karşı “kör” olmaya meyilliydi, çünkü hepsi otomatik ve düzgün çalışıyordu. Yıllar içinde psikologlar, bu “normal” ve “olağan” davranışların önemini anladılar. Bununla beraber, bu davranışları düzenleyip destekleyen geniş mekanizmayı da anlamaya çalıştılar (Cosmides ve Tooby, 1997).

William James

1908 yılında William McDougal’ın da “Sosyal Psikolojiye Giriş” kitabında öne sürdüğü üzere, birçok sosyal davranış içgüdüler tarafından motive ediliyordu. Ona göre içgüdüler, belli uyaranların belli duygusal durumlara yol açtığı ve belli davranışların olasılığını artırdığı karmaşık bir mekanizmaydı (Kenrick, 2019).

Sonraki yıllarda Davranışçılık ekolü baskın hale geldi. Bu ekolün savunduğu zihnin boş bir levha olduğu görüşü ile davranışların tamamen deneyimlerden kaynaklandığı savunuluyordu. Ancak bu bakış açısı, 20. yüzyılın ikinci yarısında hızla gelen ampirik bulgular ile çözülmeye başladı. Kültürlerarası çalışmalar ile insanların sahip olduğu evrensel ön yargı ve tercihler ortaya çıkarılıyordu. Dünyanın her yerindeki erkeklerin doğurganlık potansiyelinin en yüksek olduğu yaşlardaki kadınlara ilgi duyarken kadınların çoğunlukla kaynak sağlayabilen erkekleri tercih etmesi gibi (Kenrick, 2019).

Charles Darwin

Modern Evrimsel Psikoloji

1980’lerin sonunda ortaya çıkan evrimsel psikoloji, ayrı bir dal olmaktan ziyade, psikolojinin tüm dallarını bilgilendirip katkı sağlayan bir mercek gibidir (Buss, 2009).  Evrimsel Psikoloji; Etoloji, Bilişsel Psikoloji, Evrimsel Biyoloji, Antropoloji ve Sosyal Psikoloji dâhil olmak üzere birçok farklı alandaki gelişmelerin bir sentezidir. Bununla birlikte, temelinde Darwin’in doğal seçilim yolu ile evrim teorisi yatmaktadır (Kenrick, 2019).

Aynı zamanda Evrimsel psikoloji William James’in bahsettiği içgüdü körlüğünü düzelten güçlü lensler sağlamaktadır. Çünkü doğal yeteneklerimiz örneğin görme, konuşma, güzel birini bulma, bir iyiliğe karşılık verme, hastalıktan korkma, âşık olma, bir saldırı başlatma, ahlaki öfkeyi deneyimleme, bir manzarada gezinme… Bunlar yalnızca bu faaliyetleri destekleyen ve düzenleyen geniş ve heterojen bir karmaşık hesaplama makineleri dizisi olduğu için mümkündür (Cosmides ve Tooby, 1997).

modern evrimsel psikoloji

Evrimsel psikologlar, karmaşık bir hesap makinesi olan insan zihninin tasarımını anlamaya çalışırken biyolojiden alınan beş temel ilkeden yararlanırlar. Yine onlara göre bu ilkeler, psikolojinin herhangi bir konusuna uygulanabilir. Cosmides ve Tooby (1997) bu beş temel ilkeyi şöyle açıklamaktadır:

  • Beyin fiziksel bir sistemdir ve beynin devreleri, çevresel koşullara uygun davranışlar geliştirmek üzere tasarlanmıştır.

Beyin, işleyişi fizik ve kimya yasaları ile yönetilen fiziksel bir sistemdir. Yani aslında düşüncelerimiz, hayallerimiz, umutlarımız ve duygularımız beynimizde meydana gelen kimyasal reaksiyonlar tarafından üretilmektedir.

Nöronlar, oldukça organize bir biçimde birbirine bağlanırlar. Bu bağlantıları devreler olarak düşünebiliriz. Bu devreler, beynin bilgiyi nasıl işlediğini belirlemektedir. Beynin devreleri, çevreden gelen bilgilere yanıt olarak hareket ve davranış üretmek için tasarlanmıştır.

  • Nöral devrelerimiz, türümüzün evrimsel tarihi boyunca atalarımızın karşılaştığı sorunları çözmek için doğal seçilim tarafından tasarlanmıştır.

Beynimiz, çevresel koşullara uygun davranışlar üretmekten sorumludur. Ancak “uygun”, farklı organizmalar için farklı anlamlara sahiptir. Örneğin dışkı, bir gübre sineği ile biz insanlar için aynı şeyi ifade etmez. Organizmanın sinirsel devrelerinin fonksiyonu, bir uyaranın hangi davranışa yol açtığını belirler.

Peki, gübre sineği ile bizim devrelerimiz arasındaki fark nereden geliyor?

Onu dışkıya yönelten sinir devreleri olan atalardan kalma bir insan hayal edelim. Dışkı, insanlar için bir hastalık kaynağı olduğundan bu kişinin hastalanma olasılığı da fazla olacaktır. Bu da yiyecek ve eş bulamama, hatta ölüm gibi sonuçları beraberinde getirebilecektir. Buna ters olarak dışkıdan kaçınan kişinin ise hastalanma olasılığı daha azdır. Sonuç olarak dışkıya yönelenlerin daha az çocuğu olurken dışkıdan kaçınanlar daha fazla üreyecektir. Bu sürecin nesilden nesile devam etmesi, dışkıya yönelenlerin nüfustan yok olmasına sağlayacaktır.

Sonuç olarak bir devre grubuna sahip olmamızın nedeni, sahip olduğumuz devrelerin, türümüzün evrimsel tarihi boyunca atalarımızın karşılaştığı sorunları çözmede alternatif devrelerden daha iyi olmasıdır.

Buradaki kritik bir nokta, bu devrelerin uyarlanabilir sorunları çözmek için tasarlanmış olduğudur. Örneğin, atalarımız iki ayaklı olduğunda çok iyi bir denge duygusu geliştirmeleri gerekiyordu. İnsanlar olarak şu an, oldukça hassas bir dengeyi sağlayan karmaşık mekanizmalara sahibiz. Ve bu, yürümekten başka şeyler de yapabileceğimiz anlamına gelmektedir. Örneğin kaykay kaymak ya da buz pateni yapmayı düşünelim. Bunlar iki ayak üzerinde dengede yürümek için tasarlanmış uyarlama ürünlerdir.

evrim ve doğal seçilim

  • Bilinç, buzdağının sadece görünen kısmıdır.

İnsanlar olarak beynimizin devam eden aktivitelerinin çoğunun bilinçli olarak farkında olmayız. Farkında olduğumuz şeyler, binlerce özel mekanizma tarafından iletilen üst düzey sonuçlardır.

Örneğin, kimse size “nasıl” göreceğinizi öğretmemiştir. Göz kapaklarınızı açarsınız ve görürsünüz. Ancak çokça duyulan o cümle doğrudur: Gözleriniz değil beyniniz görür. Örneğin bir kişinin yürüdüğünü görmek için çok çeşitli devrelere ihtiyacınız vardır. Mesela şeklin ve hareketin algılanması gibi. Bununla beraber hareketin yönünün algılanması, bir nesneyi insan olarak tanımlamak ve bunun gibi birçok şey daha…

Aslında bize oldukça basit gelen “görmek” ve daha birçok şey, onu basit yapan, destekleyen ve düzenleyen çok çeşitli karmaşık sinirsel devreler olduğu için zahmetsiz hissettirir.

Sonuç olarak bilinçli deneyimlerimiz, devrelerimizi olduklarından daha basit görmemize neden olabilir.

evrimsel psikoloji

  • Farklı uyarlanabilir problemleri çözmek için farklı sinir devreleri uzmanlaşmıştır.

Evinizde hem tornavida hem de testereniz olabilir. Çünkü ikisi birbirinden farklı problemlerin çözümüne hizmet ederler. Aynı makineler, genellikle iki farklı problemi eşit derecede iyi çözme yeteneğine sahip değildir.

Aslında vücudumuz da bu nedenle organlara bölünmüştür. Örneğin kan pompalayan kalbimiz ile zehirleri detoksife eden karaciğerimiz oldukça farklı işler yaparlar. Aynı şekilde zihnimiz de işlevsel olarak uzmanlaşmış sinir devrelerinden oluşmaktadır. Örneğin bazı devreler hava basıncıdaki değişimleri belirlemek için özelleşmişken bazıları da cinsel çekimi belirlemek için özelleşmiş olabilir. Yine aynı şekilde, eş ve yiyecek seçimleri için özelleşmiş devreler de farklıdır. Örneğin eş seçmek için de yiyecek seçme devresini kullanan birini düşünün, sonuç oldukça tuhaf olurdu!

 

  • Modern kafataslarımız bir taş devri zihnini barındırır.

Beynimizi tasarlayan süreç olan doğal seçilim, herhangi bir karmaşıklıkta bir devre yaratmak için oldukça uzun bir zamanı kullanır. Aslında bu o kadar yavaş bir süreçtir ki hayal etmesi oldukça zordur. Nispeten basit değişiklikler bile on binlerce yıl alabilir.

İnsanların ve dolayısıyla insan zihninin geliştiği ortam, şimdikinden çok farklıydı. Atalarımız, türümüzün evrimsel tarihinin %99’undan fazlasını avcı-toplayıcı toplumlarda yaşayarak geçirdi.

10 milyon yıl boyunca, nesilden nesile doğal seçilim işledi. Böylece avcı toplayıcı atalarımızın eş bulma, hayvan avlama, bitki besinlerini toplama gibi sorunları çözmede iyi olan devreler seçildi ve insan beynini yavaşça şekillendirdi. Örneğin pazarlık yapmak, saldırganlığa karşı korunabilmek, çocuk yetiştirmek, yaşam alanını iyi seçmek…Bunun gibi sorunları çözmek için daha iyi tasarlanmış devreleri olanlar, daha çok ürediler ve biz de onların soyundan gelmekteyiz.

Baktığımızda, bizlere çok tanıdık gelen dünya; yolların, okulların, bakkalların, ulus devletlerin olduğu bir dünya, tüm evrimsel tarihimizle karşılaştırıldığında yalnızca bir göz açıp kapayıncaya kadar sürmüştür. Bu nedenle modern kafataslarımız bir taş devri zihnine ev sahipliği yapmaktadır. Modern zihnin nasıl çalıştığını anlamanın anahtarı, onun bizim avcı-toplayıcımızın günlük problemlerini çözmek için tasarlanmış olduğunu kavramaktır. Bu nedenle evrimsel psikoloji durmaksızın geçmişe yöneliktir.

zihin ve evrim

Görüldüğü üzere evrimsel psikoloji, görece yeni bir alan olmasına rağmen insan davranışı üzerine öne sürdükleri açısından oldukça kapsamlı bilgiler sunuyor. Bu nedenle, yazının bir diğer kısmını gelecek ay yayınlayacağız. Konuşacağımız konular muhtemelen, ünlü evrimsel psikologlar Cosmides ve Tooby (2005) tarafından öne sürülen evrimsel psikolojinin temel ilkeleri ve evrimsel psikolojide en çok araştırılan konular olacak. Evrimsel psikolojiye dair merak edip yazıya dâhil olmasını önerdiğiniz başka konular varsa, yorumlara yazabilirsiniz. Görüşmek üzere!

Editör: Pelinsu Kılıççı

KAYNAKLAR

Buss, D.M (2009). Darwin’s Influence on Modern Psychological Science. https://www.apa.org/science/about/psa/2009/05/sci-brief#Buss 

Cosmides, L. & Tooby, J. (1997) Evolutionary Psychology: A primer. https://www.cep.ucsb.edu/primer.html

James, W. (2007). The principles of psychology (2. Baskı). Cosimo Classics. (Orijinal eserin yayımlanma tarihi, 1980).

Kenrick, D. T. (2019). Evolutionary Psychology. https://www.britannica.com/science/evolutionary-psychology

McDougall, W. (2015). An introduction to social psychology. Psychology Press. (Orijinal eserin yayımlanma tarihi, 1908).

Solak, Ç. ( 2017, 3 Ağustos). Evrimsel psikoloji nedir?  https://evrimagaci.org/evrimsel-psikoloji-nedir-5191

Tooby, J. & Cosmides, L. (2005). Conceptual Foundations of Evolutionary Psychology. In D. M. Buss (Ed.), The handbook of evolutionary psychology (s. 5–67). John Wiley & Sons, Inc..

 

Alışkanlık Nedir ve Nasıl Oluşur?

Yeni bir yılı, çoğunlukla yeni bir başlangıç olarak görürüz. Aslında bu yeni başlangıçlar, edinmek istediğimiz yeni alışkanlıkların güçlü birer motivatörüdür. “Bu yıl her gün kitap okuyacağım.”, “Her akşam uyumadan meditasyon yapacağım.” ya da “Düzenli ve dengeli besleneceğim.” gibi çoğu insanın da öznesi olduğu birçok hedef, alışkanlıklar temelinde karşımıza çıkmaktadır. 

Bazen bunları yapmayı gerçekten de başarabiliriz. Bazense başlar ve yarım bırakırız. Bazı zamanlar ise o ilk adımı atmak bile çok zor gelebilmektedir. Böyle anlarda “alışkanlıklarınızın olmadığını” düşünüyor ve hatta kendinize kızıyor olabilirsiniz. Oysa halihazırda pek çok alışkanlığınız olduğu bir gerçektir. Örneğin, telefonunuzun klavyesinde zorlanmadan bir şeyler yazabilmeniz ya da bir arabayı rahatça paralel park edebilmeniz birer alışkanlıktır. Peki bu tür alışkanlıkları nasıl kazanıyoruz? Yeni alışkanlıkları nasıl kazanabiliriz ve yeni bir alışkanlık kazanmak ne kadar sürüyor? 

Otomatik Pilot

Aslında beynimiz, enerji tasarrufu sağlamak üzerine kurulu bir mekanizmadır. Bu enerji tasarrufu için önemli olan şeylerden biri de “düşük eforlu” düşünmedir. Bu düşünme biçimi, beynimizin otomatik pilotu gibidir. Bilinçdışı, istemsiz ve çaba harcamaksızın gerçekleşir. Bu sebepten beynimiz, enerji tasarrufunu sağlayabilmek için yeni ve kısa yollar arama eğilimindedir (Brothers, 1996). Örneğin, otobüsten inip eve dönerken bunun hakkında düşünmeyip kendinizi kapının önünde bulmanız muhtemeldir. Böyle bir durumda, beyninizin “otomatik pilota” geçtiğini söyleyebiliriz.

alışkanlıklar ve otomatik pilot

Alışkanlık Nedir?

Alışkanlıklar, insan davranışının kalıpları olarak karşımıza çıkmaktadır. Lally ve arkadaşları (2009) alışkanlığı şu şekilde tanımlamıştır: Zamanla, gerçekleşmesi için daha az bilinçli efor harcamayı sağlayacak kadar sık tekrarlanan davranışlar.

Tutarlı ortamlarda (örneğin her kahvaltıdan sonra) tekrarlanan davranışlar, giderek daha verimli olmaya ve daha düşük eforlu düşünce ile ilerlemeye başlar. Davranışın kontrolü çevredeki ipuçlarına aktarılmalıdır. Bu da otomatik bir yanıtı etkinleştirmektedir: Bir alışkanlık (Lally ve ark., 2009).

İnsanlar oldukça karmaşık ve bir o kadar da basit alışkanlıklara sahip olabilirler. Alışkanlıklar, çoğu zaman görev performanslarını destekler niteliktedirler örneğin, zamanında hazırlanıp derse yetişmek gibi. Ancak bazı zamanlarda da bu performanslara engel oluşturabilirler örneğin. ödev yapmak yerine masayı düzeltmek gibi (Dunn, 2000).

Rutinler, alışkanlıkların kazanılıp geliştirilmesi açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Bir şeyi düzenli bir şekilde yaptıkça ona bağlı kalma olasılığı da artmaktadır. Aslında alışkanlıklar biraz önce bahsedildiği üzere, beynin enerji tasarrufu sağlamak için oluşturduğu yeni yollardır (White, 2021). Bu yollar, bir tür “otomatik pilot” hizmeti sağlayarak bir şeyleri düşük zihinsel efor ile yapabilmemizi sağlar. Biraz önce verilen evin yolunu bulma örneği de bu açıdan bir alışkanlığa örnektir. Eve hep aynı yoldan gitmek de bir rutin örneğidir.

alışkanlıklar

Alışkanlık Döngüsü

Gazeteci Charles Duhigg (2012), üç basamaktan oluşan bir alışkanlık döngüsü tanımlamış ve bunun alışkanlıkların nasıl ve neden kazanıldığına dair bir açıklama getirebileceğini öne sürmüştür.

  • İşaretler/Hazırlayıcılar

İşaretler ya da hazırlayıcılar, alışılmış davranışı başlatan tetikleyiciler olarak tanımlanmaktadır. Aslında, hayatımızda çeşitli alışkanlarımızı başlatan pek çok ipucu bulmak mümkündür. Yer, zaman, duygusal durum, çevredeki insanlar, yapılan son eylem birer ipucu olabilmektedir. Örneğin, sifonu çekme eylemi ellerinizi yıkamanız için bir işarettir. Ya da duygusal olarak kaygılı olmak, tırnaklarınızı yemeniz için bir işaret niteliği taşıyabilmektedir.

  • Rutin

Rutinler, tekrarlanan davranışlara işaret etmektedir. Bazı rutinlerin farkında olabiliriz. Örneğin, her akşam on dakika yürüyüş yapmak gibi. Bazı rutinler ise başta farkında ve bilinçli yapılmasına rağmen, zamanla düşünmeden yapılan alışkanlıklara dönüşebilmektedir. Örneğin, “Ders çalışmaktan çok sıkıldım, biraz sosyal medyaya bakacağım.” bilinçli düşüncesi, zaman içinde otomatik bir alışkanlığa dönüşebilmektedir. Bunda, alışkanlık döngüsünün üçüncü bileşeninin (ödül) de önemli bir rolü vardır.

  • Ödül

Ödüller rutinleri güçlendirirler. Bununla beraber alışkanlıkların kalıcı olmasına da katkı sağlarlar. Bu ödüller iyi alışkanlıkları besleyebilirler. Örneğin, düzenli olarak evi temizlemek, temiz bir evde yaşamayı beraberinde getirir. Ancak kötü alışkanlıklar da ödüllerden beslenebilmektedir. Biraz önce verilen örnekte olduğu gibi ders çalışmaktan kaçıp sosyal medyaya girildiğinde alınan haz, bir ödül niteliğindedir ve bu davranışın bir alışkanlığa dönüşmesine katkıda bulunabilmektedir.

alışkanlık döngüsü

Yeni Alışkanlıklar 

Davranışçı gelenekte alışkanlıklar, davranış sıklığı ile eş tutulmuştur. Ancak bir davranışı sık sık yapmamız, mutlaka alışkanlıkla sonuçlanmayabilir. Örneğin, bir doktor olduğunuzu düşünelim. Ameliyata sık sık hasta gönderebilirsiniz ancak bu bir alışkanlık değildir. Muhtemelen hastaları bilinçli ve dikkatli bir şekilde incelendikten sonra buna karar verirsiniz (Verplanken, 2006).

Aynı zamanda bazı davranışlarımızın alışkanlığa dönüşmesi daha hızlı olabilmektedir. Örneğin okul için yeni bir rota belirlerken bunu fark edebilirsiniz. Bazı alışkanlıklarımızı ise özenli tekrarlar sonucu kazanabiliriz, örneğin araba sürmek gibi. Bu sebepten, sıklığı ve alışkanlığı basitçe eşlemek doğru değildir (Verplanken, 2006). O halde yeni bir alışkanlık kazanmayı nasıl kavramsallaştırabiliriz?

Alışkanlıklar, bir durum (işaret) ve bir eylem arasındaki bağlantının, aşamalı olarak güçlendirilmesi yolu ile kazanılmaktadır. İstikrarlı bağlamlarda tatmin edici şekilde tekrarlanan davranışlar, alışkanlıkları geliştirir. Alışkanlıklar, otomatiklik niteliklerini kazanmış davranışlardır. Bu sebeple de alışkanlıkları yalnız davranışsal bir sıklık olarak değil, zihinsel bir yapı olarak da düşünebiliriz. Bunlar tekrarlama deneyimine ek olarak farkındalık eksikliği, kontrol güçlüğü ve zihinsel verimlilik olarak sıralanabilir (Verplanken, 2006).

yeni alışkanlıklar

Yeni Bir Alışkanlık Kazanmamız Ne Kadar Sürer?

Siz de bir alışkanlığın kazanılmasının 4 hafta gibi bir sürede gerçekleştiğini duymuş olabilirsiniz. Ancak yapılan yeni araştırmalara göre, bu biraz daha uzun sürüyor olabilir.

Lally ve arkadaşları (2009) yaptıkları bir çalışmada, 96 yetişkin katılımcı ile 12 hafta boyunca çalışmıştır. Katılımcılardan, 12 hafta boyunca her gün aynı bağlamda (örneğin kahvaltıdan sonra) gerçekleştirecekleri bir davranış belirlemeleri istenmiştir. Bu davranışlar yeme, içme ya da aktivite benzeri eylemleri içerebiliyordu. Katılımcılar, her gün davranışı gerçekleştirip gerçekleştirmediğini kaydediyordu. 60. günden sonra 14 katılımcı veri girmeyi bıraktı. Kalan katılımcılardan elde edilen verilere göre, bir alışkanlığın otomatik hale gelmesi 18 ila 254 gün arasında sürebiliyordu. Medyan ise 66 gündü.

Görüldüğü üzere, bir alışkanlığın kazanılması 4 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleşemiyor olabilir. Tekrarlanan bir davranışın maksimum otomatiklik düzeyine erişmesi, bundan daha fazla zaman alıyor gibi görünmektedir (Lally, 2009). Davranış değişiklikleri, o kadar da kolay şeyler olmasa da imkânsız değildir. Kazanmak istediğiniz bir davranışı aynı bağlamda, tutarlı bir şekilde gerçekleştirebilirsiniz. Aynı zamanda yeni yaşam stilinizi destekleyecek yollar arayarak alışkanlıklarınızı pekiştirebilirsiniz.

Alışkanlıklar ve Beyin 

Smith ve Graybiel (2013), beynin yeni alışkanlıklar kazanırken dorsolateral striatumdaki aktivitenin arttığını öne sürmüşlerdir. Bu bölge, tanıdık bir duyusal bağlamda alışılmış davranışların yürütülmesinde görevlidir. Aktive patlamalarının artmasıyla beraber alışkanlıkların daha da güçlendiklerini söyleyen araştırmacılar, optogenetik yöntemi kullandıkları bir deney ile bunu test etmişlerdir. Optogenetik, beyin hücrelerini uyarabilir veya inhibe edebilir bir yöntemdir.

Smith ve Graybiel (2013) yaptıkları çalışmada, ratları çapraz bir labirentte koşmak üzere eğitti. Ayrıca araştırmacılar labirente bir ödül koydular ve ratlar doğru yere döndüklerinde onları ödüllendirdiler. Ratlar bu prosedürü öğrendikten sonra, optogenetik yöntemi ile manipülasyon işlemi başladı.  Araştırmacılar, ratların dorselateral striatumdaki hücrelerini sadece yarım saniyeliğine uyardı. Bunun sonucunda ratlar labirentte daha kuvvetli ve alışılmış bir şekilde koşmaya başladılar. Aynı zamanda ödülü hemen buldular. Bununla birlikte, hücreler inhibe edildiğinde durum farklıydı. Ratlar yavaşlamıştı ve ödülü bulmak için labirettente pek çok kez dönmek zorunda kalmışlardı.

Ratların labirenti öğrenme süreçlerinin başında striatları sürekli sinyal dizisi yayıyordu. Ancak ratlar, labirenti öğrendiklerinde (alıştıklarında) bu sinyalleri yalnızca görevin en başı ve sonunda yaydılar. Araştırmacılara göre, böyle bir sinyal modeli kök saldığı zaman alışkanlık şekillenmiş demektir. Şekillenen bir alışkanlığı kırmak da daha zor olacaktır (Smith ve Graybiel, 2013).

alışkanlıklar ve beyin

Görüldüğü üzere, alışkanlıklar hayatımızın otomatik pilotlarıdır. Evet, onları kazanmak ya da kaybetmek o kadar da kolay değil. Yine de önümüzde uzanan bu yeni yılda, yeterli çaba ve tutarlılık ile onları yönetebiliriz. Peki ya sizin yeni yıl için alışkanlıklarınıza dair hedefleriniz neler? 

Mutlu yıllar ve mutlu alışkanlıklar!

“Bütün hayatımız, alışkanlıklardan başka bir şey değildir.”

William James

Editör: Pelinsu Kılıççı

Kaynaklar

Brothers, L. (1996). Brain mechanisms of social cognition. Journal of Psychopharmacology, 10(1), 2-8.https://doi.org/10.1177/026988119601000102

Duhigg, C. (2012). The power of habit: Why we do what we do in life and business. Random House.

Dunn, W. W. (2000). Habit: What’s the brain got to do with it?. The Occupational Therapy Journal of Research, 20(1), 6-20. https://doi.org/10.1177/15394492000200S102

Lally, P., Van Jaarsveld, C. H., Potts, H. W., & Wardle, J. (2010). How are habits formed: Modelling habit formation in the real world. European Journal of Social Psychology, 40(6), 998-1009. https://doi.org/10.1002/ejsp.674

Smith, K. S., & Graybiel, A. M. (2013). A dual operator view of habitual behavior reflecting cortical and striatal Dynamics. Neuron, 79(2), 361–374. 10.1016/j.neuron.2013.05.038

Verplanken, B. (2006). Beyond frequency: Habit as mental construct. British Journal of Social Psychology, 45(3), 639-656. 10.1348/014466605X49122

White, M.A. (5 Şubat, 2021). Breaking down the habit loop. 27 Kasım 2021 tarihinde https://www.healthline.com/health/mental-health/habit-loop#examples adresinden alınmıştır.

 

 

Psikanalizin Temelleri: Anna O., Breuer ve Freud

Histeri Üzerine Çalışmalar

Uzun yıllardır psikoloji biliminin en gözde kuramlarından olan Psikanaliz, Sigmund Freud tarafından geliştirilmiştir. Freud’un, analitik kuramın düşünsel temellerini atması ise çalışma arkadaşı Breuer ve onun Freud’a sunduğu Anna O. vakası ile gerçekleşmiştir. Bu yazıda Breuer ve Anna O. vakasının psikanalitik kuram yönünden önemini inceleyeceğiz.

Psikanaliz Nedir?

Psikanaliz, Sigmund Freud tarafından geliştirilmiştir. Şüphesiz psikoloji tarihine damgasını vurmuş en önemli kuramsal yaklaşımlardan biridir. Bu kuram davranışları, insanın biyolojik kökenli güdüleri ile toplumun kendisine yönelik beklentileri arasındaki çatışmanın yarattığı dinamik güçlerle açıklamıştır. Aynı zamanda psikanalizde ilgi bilinçli süreçlerin değil, bilinçdışı süreçlerin üzerindedir (Geçtan, 1998). Psikanaliz yıllar içinde farklı bilim insanlarının katkılarıyla gelişimini sürdürmüştür. Bununla beraber, günümüzdeki yankısı da hala güçlüdür ve öyle olmaya devam edecek gibi de görünmektedir.
 

Charcot ve Breuer’in Psikanalize Etkisi

Psikanaliz, büyük ölçüde Freud’un katkıları ile gelişmiştir. Bununla birlikte onun bu kuramı öne sürmesine düşünsel olarak katkı sağlayan pek çok isim bulunmaktadır. Bunlardan en önemli ikisi, döneminin önde gelen isimleri Jean Martin Charcot ve Josef Breuer’dir. Charcot, Fransalı ünlü bir nörologtu ve histerinin hipnozla ilişkisini inceliyordu. Freud 13 Ekim 1985 ve 28 Şubat 1986 tarihleri arasında Paris’te, Charcot’un yanında çalışmıştır. Kişiliğinin ve kariyerinin gelişmesinde bu altı aylık Paris döneminin önemli etkileri olmuştur. Martin Charcot, Freud’un kişiliğinin evrimini etkileyen başlıca insanlardan biridir (Teber, 2013).
Freud Charcot’un yanından ayrılırken histerinin üzerine çalışılması gereken bir konu olduğunu düşünmeye başlamıştır. Aynı zamanda insanın bilinçli süreçleri dışında yer alan başka bir gizli ve güçlü alanın varlığına dair düşüncelerini oluşturmaya başlamıştır. Viyana’ya dönmesi ile birlikte Freud özellikle nevrotik belirtiler gösteren hastalarla ilgilenmiş ve daha çok histeri alanında araştırmalar yapmıştır. Ancak bu çalışmaların bir kurama dönüşmesinde rol oynayan etkilerin sonuncusu Joseph Breuer’den gelmiştir (Geçtan, 1998).

Breuer ve Freud

Freud’un kişiliğinin evriminde kendisinden on dört yaş daha büyük olan Josef Breuer (1842-1925) ile oluşturdukları yakın arkadaşlık önemli ve ayrı bir yer tutar (Teber, 2003). Breuer zamanının en önemli tıp doktorlarından biri ve titiz bir araştırmacıydı. Freud onu, “Zengin ve evrensel yeteneklere sahip, ilgileri mesleki etkinliğinin çok ötesine uzanan bir insan.” olarak tanımlar (Jones, 1961/2004). Onun Freud’a katkısı tek bir şekilde gerçekleşmemiştir. Breuer ihtiyacı olduğunda Freud’a ekonomik destekte bulunmuştur. Aynı zamanda ona birçok hasta yönlendirmiş ve camiaya girmesine yardımcı olmuştur. Ancak onun en önemli rolü, psikanalizin başlangıç vakası Anna O.’yu Freud’a tanıtmasıdır (Teber, 2003). Ne var ki, bu zamana kadar neredeyse yedek bir baba olarak gördüğü Breuer’le ilişkisi de bu noktadan sonra sallantıya uğrayacak ve nihayetinde bozulacaktır. Freud (1961/1996) bunu şöyle belirtmiştir: “Bilimsel alandaki çabalarımızın ürünlerini birbirimizle paylaşmaya alışmıştık. Bunda da kazançlı çıkan kuşkusuz bendim. Ne var ki, sonradan psikanalizi geliştirip ortaya koymam, Breuer’in dostluğunu yitirmeme yol açtı. Doğrusu böyle bir başarının karşılığını bu kadar ağır ödemek kolay olmadı benim için. Ancak ister istemez katlanmam gerekiyordu” (s.57).
josef breuer
 

Bir Devrin Başlangıcı: Anna O.

Breuer, oldukça başarılı bir hekimdi. Bunun yanı sıra hipnozla ilgileniyordu. Çoğu kadın olan hastaları üzerinde bu yöntemi başarılı bir şekilde kullanmaktaydı. Çalıştığı kadınlar sorunlarını rahatlıkla anlatıyorlar ve bilinçli hale döndüklerinde kendilerini rahatlamış hissediyorlardı. Breuer bu yönteme katarsis adını vermiştir (Freud ve Breuer, 1895/2001). Bu yöntem hastaları rahatlatmakla birlikte belirtilerin altında yatan çatışmaların da ortaya çıkmasını sağlaması açısından önemlidir.
 
Breuer, Freud’un histeri patolojisine olan ilgisini biliyordu. Bu yüzden ona Paris’e gitmeden önce bir histeri vakasını konu alan açıklamalarda bulunmuştu. Biraz sonra bahsedeceğimiz belirtiler Freud’u oldukça etkilemişti. Paris’e gidince bu vakadan Charcot’ya da bahsetmiş fakat ilgili bir dönüt alamamıştır. Ancak Freud Viyana’ya geri döndüğünde histeriye olan ilgi ve merakı önemli ölçüde artmıştı. Bu sebepten, Breuer’in gözlemleriyle daha çok ilgilenmeye başladı ve bu gözlemler konusunda daha ayrıntılı bilgiler edindi. Anna O. adı ile anılan bu hastaya ait bulgular psikanaliz tarihçesine geçmiş ve bu kuramın gelişmesine oldukça önemli bir katkıda bulunmuştur (Geçtan, 1998). Daha sonra Breuer ve Freud’un ortak yayınladıkları “Histeri Üzerine Çalışmalar (1895)” adlı kitapta da Anna O. vakası sunulmuştur.

Histeri Üzerine Çalışmalar

Breuer ve Anna O.

Breuer’in Anna O. ile tanışması 1980 yılının Aralık ayında gerçekleşir. Breuer’in çağrılmasının asıl nedeni Anna O.’daki sinirsel öksürüktür ancak Breuer bundan çok daha geniş bir belirti kümesi ile karşılaşmıştır. Breuer burada 21 yaşında, zaman zaman ortaya çıkan bilinç bulanıklığı, uykusuzluk, öksürük nöbetleri; boyun, kol, bacak bölgelerinde yoğunlaşan ve nörolojik açıklaması yapılamayan felç durumlarıyla karşılaşır. Aynı zamanda Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve hatta İspanyolca anlatılan fanteziler; konuşma bozuklukları, korkular, bunalımlar, görsel sanrılar, su içme korkuları, kişilik yarılmaları gibi çok zengin bulgular demetine şahit olur. Bu belirtilere sahip olan Anna O. aynı zamanda zeki, kişilikli bir genç kadındır (Teber, 2013). Oldukça iyi bir hekim olan Breuer ilk bakışta Anna O.’nun organik olmayan histerik belirtilerini anlamıştır ve tedaviye başlamıştır.

Histeri, Katarsis ve Anna O.

Anna, babasına oldukça düşkün bir genç kızdı. Babasının hasta oluşundan ölümüne dek ona hastalığının izin verdiği ölçüde bizzat kendisi bakmıştı. Breuer’e göre de ortaya çıkan belirtiler babasının bu ölümcül hastalığıyla ilişkiliydi. Onu haklı çıkaracak bir biçimde tedavi sırasında ilginç bir durum ortaya çıktı. Anna, ne zaman babasına karşı duyduğu yakınlık ve sevgiden söz etse ya da histeri belirtilerinin hangi koşullar altında ortaya çıktığını anlatsa bu belirtiler ortadan kayboluyordu. Bu nedenle Anna, bu sürece konuşma kürü ya da baca temizliği adını takmıştı (Geçtan, 1998). Ancak Breuer bu anıları ve düşünceleri yalnız Anna hipnoz altındayken öğrenebiliyordu ve ona her sabah yapay bir hipnoz uyguluyordu. O günlerde bir yıldan fazla bir süre boyunca her gün tek bir hastaya, hem de bir histeri vakasına saatler ayırmak çok özel bir sabır, ilgi ve içgörü gerektiriyordu (Jones, 1961/2004).
Anna O
Anımsama işi de her zaman kolay bir şey değildi. Hasta bazen büyük çabalar harcamak zorunda kalıyordu. Bir keresinde bir anının ortaya çıkmayı reddetmesi yüzünden tüm gelişim bir süre için tıkanmıştı (Breuer ve Freud, 1895/2001). Bunun sebebi büyük ihtimalle Anna’nın gördüğü ürkütücü varsanılardı. Bu varsanılar onda çeşitli felçelere de yol açmıştı. Örneğin bir defasında duvardan kara yılanların indiğini görmüştü. Yılanı kovmaya çalıştı ama sanki felç olmuştu. Sandalyenin arkasındaki sağ kolu uyuşmuş ve duyusuzlaşıp güçsüzleşmişti. Koluna baktığında parmakları ölü kafaları (tırnaklar) bulunan küçük yılanlara dönüştü (Freud ve Breuer, 1985/2001). Başka bir seferde de babasının altını temizlerken onun yüzünün etlerinin döküldüğünü ve kuru kafaya dönüştüğünü görmüştür. Ardından parmaklarının da kuru kafa biçimini aldığını sanmıştı (Teber, 2003). Anna, bu anıyı hipnoz altında çağrıştırabildikten sonra o güne kadar felçli olan kolunu hareket ettirebilmişti (Geçtan, 1998). Anna çok sevdiği bir nevi tapındığı babası öldükten sonra da belirtiler sergilemeye devam etmişti. Bir süre yemek yiyemez olduktan sonra da su içememeye başlamıştı. Breuer bu belirtileri de konuşma kürü ile tedavi etmeye devam etmiştir. Bu tedavi yaklaşık 18 ay sürmüştür. Anna O.’nun belirtileri gittikçe azalmış ve görece düzelmişti (Teber, 2003).
histeri

Tedavinin Sonlanışı

Bununla beraber tedavi sürecinde Breuer, bu ilginç hastasına giderek artan bir ilgi duymaya başlamış ve ona daha fazla zaman ayırmaya başlamıştı (Geçtan, 1994). Burada Anna’nın çekici, oldukça bilgili ve entelektüel bir kadın olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar var. Breuer’in karısı da büyük ihtimal bu sebeplerden evde derin kıskançlık krizlerine giriyordu. Bu durumu algılamak Breuer’de belki de sevgi ve suçluluk bileşimi şiddetli bir tepki uyandırdı ve tedaviyi bitirmeye karar verdi (Jones, 1961/2004). Zaten Anna O. büyük ölçüde düzelme gösterip işlevselliğini geri kazanmıştı.
Breuer tarafından verilen resmi bilgiler bu kadardır. Freud da (1925/1996) onu destekler nitelikte yazar: “Breuer uzun ve zahmetli bir çalışma sonucu hastasını bütün hastalık belirtilerinden kurtarmayı başarmıştı. Kız şifaya kavuşmuş, bundan böyle bir daha da hastalanmamış, hatta iyileştikten sonra önemli çalışmalarda bulunabilme gücünü göstermişti” (s.58).

Anna O. Gerçekten İyileşti mi?

Yazılanların aksine, zavallı hasta bu işten Breuer’in yayımlanmış anlatısında belirtildiği kadar iyi ayrılmamıştı (Jones, 1961/2004). Tedavinin bittiği söylendiği gece Anna O. tekrar kötüleşmiş ve acilen Breuer’i istemiştir. Breuer gittiğinde Anna yataktaydı ve histerik doğum sancıları içindeydi (Geçtan, 1998). Breuer’i asıl korkutan şey ise Anna’nın ondan bir çocuk doğurmak üzere olduğunu söylemesiydi. Bunu duymasıyla beraber Anna’yı başka bir meslektaşına devreder, yani bir nevi onu terk eder. Freud’un sonraki yıllarda Stefen Zweig’a yazdığı mektupta açıkladığı kanısına göre, Anna O. “Şimdi doğum yapıyorum, Dr. Breuer’den çocuk doğuruyorum.” dediği zaman histerinin anahtarını Breuer’e vermişti. Ancak Breuer bundan korkmuş ve anahtarı elinden düşürmüş, Anna O.’yu başka bir meslektaşına havale ederek -sorunun üstüne gitmekten- kaçınmıştır (Teber, 2003).
 

Freud ve Anna O.

Freud’un Anna O. ile hiç yüz yüze gelmediği sanılmaktadır (Jones, 1961/2004). Freud onu yalnız Breuer’in kendisine aktardığı gözlemleriyle analiz etmeye çalışmıştır. Freud’a göre, Anna O. hasta babasına bakarken sürekli ona temas ediyor, altını temizlerken de muhtemelen cinsel organını görüyor ve dokunuyordu (Teber, 2003). Bu da babasına karşı hissettiği cinsel fantezileri tetikliyor olmalıydı. Tabuyu yıktığı düşüncesiyle de sürekli ölümü andıran varsanılar görüyor ve katatonik pozisyonlar sergiliyordu.
Freud Anna O.’nun belirtilerinin babasına karşı beslediği cinsel ve ensest duyguları bastırmaya çalışmaktan kaynaklı olduğunu düşündü (Jones, 1961/2004). Bu düşünce Freud’da sağlam bir yer edinmiş ve ileride geliştireceği kuramının temellerini oluşturmuştur. Bir bakıma Anna O. onun kuramının temel ilkelerinin (ödipal kompleks, bilinçdışı süreçler gibi) tohumlarını atmıştır.

freud

Bilimsel Bir Peri Masalı

Freud 1909 yılında Amerika’ya yaptığı gezide verdiği konferanslardan birini de tamamen Anna O. vakasına ayırmıştır. Freud’un burada belirttiği şey, Breuer’in psikanalizin ilk buluşunu yaptığıdır. Freud, burada olduğu gibi her zaman Breuer’in psikanalizdeki yerinin önemini vurgular ancak bir süre sonra dostlukları bitmiştir. Freud nevrotik belirtilerin nedenlerinin cinsel kökenli olduğunu savunmuştur. Ancak Breuer’in bu savı fazla abartılı bulması, bu iki insanın arasını giderek açmış, sonunda birbirlerine düşman konumuna getirmiştir (Teber, 2013). Nitekim bu çatışmadan galip çıkan Freud olmuştur. Breuer’in attığı o büyük adımı Freud kendi başına yürümüştür. Onun çarpıcı kuramı, “Bilimsel bir peri masalı (Teber, 2003).” olarak hala günümüzde anlatılmaktadır. Ve bu masalın gizli kahramanı da muhtemelen Anna O.’dur. Biraz abartmalı bir savla Anna O.’nun psikanaliz dünyası içinde İsa’nın Hristiyan dünyası içindeki konumuna benzer bir değerde olduğu söylenir (Teber, 2003).
 

Son Bir Bakış: Bertha Pappenheim ve Psikanaliz

Ernest Jones’un Freud’un biyografisini yazmasıyla beraber, Anna O.’nun gerçek kişiliği ortaya çıkar. O aslında ünlü kadın hakları savunucusu Bertha Pappenheim’dan başkası değildir. Pappenheim hayatının ileriki yıllarında belki de dünya üzerinde en sevdiği iki erkek -babası ve Breuer- tarafından terk edilmenin acısını üzerinden hiç atamamıştır. Büyük ihtimalle, önce babasına sonra da Breuer’e karşı hissettiği cinsel çekim duygularının sonucunda yaşanan bu terk edilişler onu aseksüel bir hayat yaşamaya itmiştir (Teber, 2003).
Bununla beraber bir kadın hakları savunucusu olarak sürekli genelevleri gezmiş, fahişelerle konuşmuş, onların haklarını savunmuştur. Belki de geri plana ittiği kendi cinsel fantezilerini onlara yardım ederek doyurmaya çalışmıştır. Fahişelerin sesi olarak onlara benzeme, onlar gibi olma isteğini doyurabilmiştir.
Hem annesinden, babasından ve son olarak Breuer’den göremediği sevgiyi aramış, hem de kimsenin onu sevmesine izin vermemiştir ve yalnız bir hayat yaşamıştır (Teber, 2003). Aslında bu şekilde, psikanalizin temel sayıltılarının Bertha Pappenheim’ın ileriki yaşantısında da görüldüğü söylenebilir. Cinselliğe aç olan idi ile buna izin vermeyen süperegosu arasında sıkışan Pappenheim, bu çatışmayı bastırabilmek için hayatı boyunca çalışmıştır. Ancak yine de bilinçdışının davranışlarına yansımasını engelleyememiş, çoğu zaman hep “cinsellik” temalı yardım ve çalışmalarda bulunmuştur.
Cinsellik dürtüsünü “yüceltme” savunma mekanizması ile toplumsal olarak kabul edilebilene çevirmiştir. Aynı zamanda bu sıra dışı kadın, psikanaliz gibi sarsıcı bir kuramın başlamasında çok önemli bir yere sahiptir. O psikanalizin anahtarını Breuer’e vermiştir. Breuer’in onu “düşürmesiyle” de Freud bu anahtarı almış ve bilinçdışının kapısını açmıştır.
psikanaliz

Psikanaliz ve Meyveleri

Freud; hipnoz, katarsis, rüya yorumları, serbest çağrışım gibi yöntemlerle bilinçdışını incelemiştir. Üçe ayırdığı kişiliğin en alt katmanı olan ide ulaşmak için tıpkı bir arkeolog gibi kazmıştır. Bulgu ve çalışmaları ilk başlarda camia tarafından küçük görülüp reddedilse de Freud psikanalizin yolundan şaşmamıştır. Yaşamım ve Psikanaliz (Freud, 1961/1996) kitabında şöyle yazar: “…çalışmalarımdan gelecekte bazı meyveler yetişebilir. Bu meyvelerin çok mu, yoksa az mı bir şey olacağını şimdiden söyleyemem. Ancak bilgi dağarcığımızda önemli bir zenginleşme sağlayacak yolu açtığımı umuyorum (s.108).”
Freud’un psikanalizi umduğu üzere yalnız psikoloji bilimine değil, kültür tarihine de önemli katkılar sunmuştur. Yeni düşünme becerileri ve farklı bakış açıları kazandırmış, diğer birçok kurama ilham olmuş ve adını psikoloji tarihinin derinlerine kazımıştır.
Editör: Pelinsu Kılıççı

Referanslar

 Freud, S. (1996). Yaşamım ve Psikanaliz. (Çev. K. Şipal). Say Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi, 1961).

Freud, S. ve Breuer, J. (2001). Histeri üzerine çalışmalar (1. Baskı) (Çev. E. Kapkın). Payel Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi, 1985, 1. baskı)

Geçtan, E. (1998). Psikanaliz ve sonrası (8. baskı). Remzi Kitapevi.

Jones, E. (2004). Freud: Hayatı ve eserleri (1. Baskı) (Çev. E. Kapkın, A. Kapkın). Kabalcı Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi, 1961, 1. Baskı).

Teber, S. (2003). Bilimsel bir peri masalı: Freud’un aile ve tarihsel romanı (3. baskı). Okuyan Us Yayınları.

 

 

Anlamından Arındırılmış Bir Algı: Agnozi

agnozi türleri
Çoğu insan, günlük hayatında karşısına çıkan uyaranları zorlanmadan tanır. Örneğin bir tarağa baktığınızda onun “tarak” olduğunu tanırsınız. Ya da yolun karşısından size doğru yürüyen kadının kardeşiniz olduğunu anlarsınız. Veya yolda yürürken kaldırımdan gelen sesin kedi miyavlaması olduğunu bilirsiniz. Ancak bazı bireyler bu tür tanıma eylemlerini başarılı bir şekilde gerçekleştiremiyor. Bu yazıda, agnozi olarak isimlendirilen bir nörolojik bozukluğu ele alacağız.
agnozi türleri

Agnozi Nedir?

Agnozi terimini 1891 yılında Freud türetmiştir. Bu terimi nesneleri tanıyamayan ve beyin lezyonlarına sahip olan hastalara atıfta bulunmak için kullanmıştır (Lane ve ark., 2015). Daha sonra ise Teuber bu bozukluktan, “Anlamından arındırılmış bir algı.” olarak bahsetmiştir (akt. Baugh ve ark., 2010). Bu terim Antik Yunancada “bilgi eksikliği” anlamına gelmektedir. Agnozi önceden bilinen bir duyusal uyaranın tanınmasındaki bozukluğu ifade eder (Baugh ve ark., 2010). Bu bozukluk genelde edinilmiş beyin hasarının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak gelişimsel seyreden vakalara rastlamak da mümkündür (Kaufer, 2014).

Agnozi; görsel, işitsel ve dokunsal dahil olmak üzere herhangi bir duyusal modalitedeki (duyum türü) uyaranların tanınmasını etkileyebilir. Bununla beraber, bazı duyulara özgü tanıma bozuklukları daha çok görülmektedir. Örneğin görsel agnozi ve onun altında sınıflanan prosopagnozi (yüz tanıma bozukluğu) en yaygın agnozi türlerindendir. İşitsel ve dokunsal agnozilere ise daha az rastlanır (Tranel ve Damasio, 2001).

 

Görsel Agnozi Nedir?

Görsel agnozide temel görsel işlevler göreceli olarak korunmaktadır. Bununla beraber, nesne tanıma için gerekli olan daha yüksek görsel süreçlerde bir bozulma mevcuttur. Yani birey çevreyi ve uyaranları görebilir ancak onları tanıyamaz. Örneğin önündeki kumandaya bakan görsel agnoziye sahip bir birey, onu “kumanda” olarak tanımlayamaz. Bununla beraber çoğu hasta dokunma, işitme, koklama veya sözel açıklamalar gibi ipuçlarını kullanarak nesneler hakkında bilgi edinebilir (Baugh ve ark., 2010). Örneğin “Bu nesne televizyonda kanal değiştirmeni sağlar.” açıklaması ile görsel agnoziye sahip olan birey nesnenin kumanda olduğunu anlayabilir.

 

agnozi nedir?
 

Çağrışımsal ve Algısal Agnozi

1890’da Liseaur, çağrışımsal ve algısal olmak üzere iki agnozi türü olduğunu öne sürmüştür (akt. Tranel ve Damasio, 2001). Çağrışımsal agnoziye sahip bireyler nesnelerin bozulmamış birinci düzey temsillerine sahiptirler. Fakat nesneleri tanıyamazlar. Başka bir deyişle çağrışımsal agnozi söz konusu olduğunda nesne algılanır ancak tanınamaz. Örneğin, bu bireyler basit bir nesne çizimini kopyalayabilir ama nesneyi adlandıramazlar (Tranel ve Damasio, 2001; Baugh ve ark., 2010).

Algısal agnozide ise nesnelere dair birinci düzey temsiller bozulmuştur. Yani erken algılama işlemlerinde eksiklikler mevcuttur. Bununla birlikte algısal agnoziye sahip bireyler verilen basit çizimleri kopyalamazlar. Çünkü bu uyaranlara karşı görsel bir algı geliştirmemişlerdir (Baugh ve ark., 2010).

Bununla beraber, bu ikili sınıflama bazı açılardan yararlı olsa da yeterli görünmemektedir. Çağrışımsal agnozi daha çok bellek ile ilgili bir soruna, algısal agnozi ise daha çok algı ile ilgili bir soruna işaret eder. Ancak algı ve bellek süreçleri ayrı değildir. Aksine algı ve bellek psikolojik ve fizyolojik bir süreklilik içinde, beraber çalışmaktadırlar. Bu sebepten algısal süreçlerin bittiği ve bellek süreçlerinin başladığı bir nokta belirlemek mümkün değildir (Tranel ve Damasio, 2001).

 

Agnozi, Beyin ve Görsel Yollar

Bugüne kadar kullanılan pek çok metodoloji ile görsel tanımanın altında yer alan beyin mekanizmaları anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu araştırmalarla beraber, iki farklı ancak birbirine bağlı görsel yol keşfedilmiştir. Bu yollar, görsel algıyı ve görsel olarak yönlendirilen eylem için gerekli görsel bilgiyi işlemektedir.

Birincil görsel korteksten (V1), arka parietal loba uzanan dorsal akım (nerede yolu), nesnelerin konumuna dair bilgi verir. Aynı zamanda bu yol nesnelere dair hareketin kontrolünde de yer almaktadır. Birincil görsel korteksten (V1) temporal loba uzanan ventral akım (ne yolu) ise dünyadaki olay ve nesnelere ilişkin görsel algıyı sağlar. Yani bu yol, nesnelerin “ne” olduğuna dair bilgi vermektedir. Sağlıklı bireylerle yapılan fMRI çalışmaları, nesnelerin ve yüzlerin tanınmasında ventral akımın kritik bir rol üstlendiğini göstermiştir. Bunun yanı sıra form, doku ve rengin tanımlanması sırasında da ventral akımda aktivasyonlar gözlenmiştir. Maymunlarla yapılan lezyon çalışmaları da, nesne algısında ventral akımın rolü olduğuna dair kanıtlar sunmuştur. Örneğin, maymunların temporal kortekslerinde lezyonları olduğunda, şekil ayırt etme görevlerindeki performansları düşmektedir (Baugh ve ark., 2010). Bu bulguların ışığında, görsel agnozinin daha çok inferior temporal lob hasarlarından kaynaklandığı söylenebilir. Bununla beraber algısal agnoziye sahip bireylere ait lezyonlar, birincil görsel kortekste de bulunabilir (Tranel ve Damasio, 2001).

 

ventral ve dorsal yol
 

Prosopagnozi Nedir?

Prosopagnozi, tanıdık yüzlerin tanınamaması ile karakterize bir agnozi türüdür. Örneğin prosopagnozisi olan bir hasta, aile üyeleri veya yakın arkadaşlar gibi tanıdık kişilerin yüzleriyle karşılaştığında, bu kişileri tanıyamaz. Hatta bu kişilerin tanıdık olduklarını bile fark edemez (Tranel ve Damasio 2001; Kaufer, 2014). Bazı hastalar aynaya baktıklarında kendi yüzlerini dahi tanıyamamaktadır. Bununla beraber prosopagnoziye sahip olan hastalar bir yüzün yüz olduğunu anlarlar. Yani baktıkları şeyin bir yüz olduğunu bilmektedirler ancak bu yüzleri tanıdık olarak tanımlayamazlar. Bununla beraber çeşitli ipuçları ile yüzün sahibinin kim olduğunu anlayabilirler. Örneğin ses tonu, saç şekli gibi uyaranlar ipucu olarak kullanılabilir (Kaufer, 2014). Kendisi de prosopagnozik olan nörolog Oliver Sacks, Karısını Şapka Sanan Adam kitabında bu durumdan şöyle bahsetmiştir:

Gerçek hayat söz konusu olduğunda da trajikti. Kimseyi tanıyamadı! Ne ailesini ne meslektaşlarını ne öğrencilerini ne de kendisini! Einstein’ı tanıdı çünkü bıyığını ve saçının özel şeklini fark etmişti. Birkaç kişide daha aynı şey oldu. Kardeşinin resmini gösterdiğimde ‘Paul’ dedi. ‘Bu kare çeneyi, şu büyük dişleri nerede olsa tanırım.’ Fakat tanıdığı Paul muydu, yoksa o kişinin kimliği hakkında mantıklı bir tahminde bulunmasını sağlayan birkaç özelliği miydi? Ayırt edici işaretler olmadığında tamamen kayboluyordu.

Düşünüldüğü zaman, yüz tanımanın hayati bir öneme sahip olduğu kavranılabilir. Örneğin ailenin, arkadaşların veya düşmanların yüzlerini tanımak evrimsel açıdan insanlara avantaj sağlamıştır. Yapılan çalışmalar da insan beyninde yüzlere seçici olarak yanıt veren en az iki bölge tanımlamıştır. Fusifom yüz tanıma bölgesi (FFA) ve inferior oksipital girus (OFA) olmak üzere iki bölge, yüzlere seçici olarak yanıt vermektedir. Bu bölgelerde oluşan lezyonlar yüz tanıma bozukluğuna yol açabilir niteliktedir. Bununla beraber prosopagnozi herhangi bir hasar meydana gelmeden de oluşabilir. Prosopagnozinin gelişimsel olarak ortaya çıktığı durumlar da mevcuttur (Tong ve ark., 2000; Hadjikhani, 2002).

 

prosopagnozi nedir?

 

İşitsel Agnozi Nedir?

İşitsel agnozi sahibi bireyler, sağlam işitme, bilişsel işlev ve dil becerilerine (okuma, yazma ve konuşma) sahiptir. Buna rağmen ses algılama ve tanımlamalarında bozukluklar mevcuttur. Yani işitsel agnozisi olan bireyler sesleri duyar ancak tanımlayamazlar. Örneğin işitsel agnozi sahibi bir kişi, yoldan geçen ambulansın sesini tanıyamayabilir. İşitsel agnozi, her tür ses algısını etkileyen genel bir şekilde veya belirli bir alana özgü görülebilir. Sözel işitsel agnozi, konuşma işlemeye dair eksiklikleri ifade eder. Çevresel ses agnozisi ise çevresel seslerle ilgili tanıma bozukluklarını ifade etmektedir. Örneğin çevresel ses agnozisine sahip bir birey kedi miyavlaması ile şarkı söyleyen birini karıştırabilir. Amusia ise müzikle ilgili sınırlılıklardır. Bununla beraber, gözlenen vakalarda en çok genel işitsel agnoziye rastlanmıştır. Genel işitsel agnozi, her türlü işitsel uyaranların tanınmasındaki bozulma ile karakterizedir. Bu bozulmalara konuşma, çevresel sesler ve müzik dahildir. Aynı zamanda genel işitsel agnozi çoğunlukla bilateral temporal hasarla ilişkilidir (Slevc ve Shell, 2015).
işitsel agnozi
 

Dokunsal Agnozi Nedir?

Dokunsal agnozi, başka bir duyusal girdi olmaksızın ellerin aktif dokunuşu ile bir nesneyi tanıyamama durumudur. Görsel agnoziden farklı olarak nesne görsel olarak gözlemlendiğinde başarılı bir şekilde tanınabilir. Ancak diğer duyulardan ipucu almaksızın, nesneler doku, ağırlık ve boyutlarına bağlı olarak tanınamaz. Örneğin kişi eline bir çatal alır ancak onu tanıyamaz. Buna rağmen sivri uçları olan uzun bir çubuk tuttuğunu bildirebilir (Gerstmann, 2001). Yapılan görüntüleme verilerinin gösterdiği üzere, dokunsal agnozinin görüldüğü hastaların büyük çoğunluğu parietal lobu içeren lezyonlara sahiptir (Coslett, 2011).

Görüldüğü üzere, sağlıklı insanlar için oldukça basit bir eylem olan “tanıma”, agnozi hastalığına sahip bireyler için çeşitli duyusal modalitelerde neredeyse imkansızdır. Bu hastalık ile ilgili olan yaşantıları merak ediyorsanız; “Agnosia”  ve “Prosopagnosia” adlı filmleri izleyebilirsiniz.

dokunsal agnozi
Editör: Pelinsu Kılıççı
REFERANSLAR

Baugh L.A,  Desanghere, L. & Marotta, JJ. (2010). Agnosia. Encyclopedia of Behavioral Neuroscience. 27-33. https://doi.org/10.1016/B978-0-08-045396-5.00037-3

Coslett, H. B. (2011). Sensory agnosias. J. A. Gottfried (Ed.), Neurobiology of Sensation and Reward. CRC Press/Taylor & Francis.

Gerstmann, J. (2001). Pure tactile agnosia. Cognitive Neuropsychology, 267–274. https://doi.org/10.1080/02643290042000116

Hadjikhani, N. & De Gelder, B. (2002). Neural basis of prosopagnosia: An fMRI study. Human Brain Mapping, 16(3), 176-182. https://doi.org/10.1002/hbm.10043

Kaufer, D. I. (2014). Agnosia. Encyclopedia of the Neurological Sciences, 81–83. https://doi.org/10.1016/B978-0-12-385157-4.00437-1

Lane, R. D., Weihs, K. L., Herring, A., Hishaw, A. & Smith, R. (2015). Affective agnosia: Expansion of the alexithymia construct and a new opportunity to integrate and extend Freud’s legacy. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 55, 594–611. https://doi.org/10.1016/j.neubiorev.2015.06.007

Slevc, R.L. & Shell, A. R. (2015). Auditory agnosia. Handbook of Clinical Neurology, 573–587. https://doi.org/10.1016/B978-0-444-62630-1.00032-9

Tong, F., Nakayama, K., Moscovitch, M., Weinrib, O. & Kanwisher, N. (2000). Response properties of the human fusiform face area. Cognitive Neuropsychology, 17(1-3), 257-280. https://doi.org/10.1080/026432900380607

Tranel, D., & Damasio, A. R. (2001). Agnosia. International Encyclopedia of the Social & Behavioral Sciences, 322–326. https://doi.org/10.1016/B0-08-043076-7/03575-0