Tarkovsky’nin Ayna’sındaki Yansımalar

Herkese merhaba! Yeni bir yazıyla beraberiz. Bugün size Andrei Tarkovsky’nin 1975 yapımı “Ayna” filminden bahsedeceğim. Filmden bahsederken aynı zamanda Tarkovsky ‘nin duygu ve düşünce dünyasına da değinmiş olacağım. Keyifli okumalar.

Başlamadan Önce

Filmden bahsetmeden önce belirtmek istediğim iki şey var. Bunlardan ilki: Eğer daha önce bir Tarkovsky filmi izlemediyseniz bu yazıyı okurken kafanız karışabilir. Gayet normal. Filmi izlediğinizde bu kafa karışıklığını giderebileceğinizi düşünürseniz bunun pek olası olmadığını söylemeliyim. Peki ne yapabilirsiniz? Bu filmi izlemeyi bir müddet erteleyebilirsiniz çünkü sizi epey zorlayacaktır. İlk başta “Solaris”, “Stalker” ya da “İvan’ın Çocukluğu” filmlerinden başlayabilirsiniz. Bu filmleri severseniz ve Tarkovsky’nin sinema anlayışını beğenirseniz sonrasında “Ayna”yı da kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. İkinci olarak belirtmek istediğim durum: Tarkovsky, “Ayna” filminin izleyici tarafından çoğunlukla anlaşılmadığını düşünmüştür. Profesyonel eleştirmenlerin yorumlarının ve açıklamalarının ona sık sık hayal kırıklığı yaşattığını belirtmiştir. “Mühürlenmiş Zaman” kitabında bu filmin hiçbir iddia taşımadan, öylesine izlenmesini tavsiye etmiştir. Aslında Tarkovsky izleyicinin maddi olandan kurtulup gerçekten hissederek bu filmi izlemesini önermektedir. Asıl amaçladığı da zaten hissettirmektir. Ben de sizin bu yazıda filmin atmosferini hissetmenizi amaçlıyorum.

Özgün Bir Yönetmen: Andrei Tarkovsky

Tarkovsky’yi tek kelimeyle anlatacak olsak sanırım “özgün” kelimesi oldukça uygun olur. Tarkovsky’nin kendine has kişiliğinin oluşmasında pek çok faktörün etkisinden söz edebiliriz. Şair bir baba, oyuncu bir anne, savaş yıllarında geçen çocukluk ve ilk gençlik, babasının kendisini, kardeşini ve annesini bırakıp savaşa gitmesi ve belki de en önemli faktör olan annesiyle arasındaki çetrefilli ilişki bunlar arasında yer almaktadır. Tarkovsky’nin sinema dünyasına girdiği yılların aslında özgün şeyler üretmek için çok da uygun zamanlar olduğu söylenemez. Sovyet rejiminin kısıtlayıcı müdahaleleri Tarkovsky’nin işini zorlaştırmıştır. Buna rağmen yapılan müdahaleler onun önünü tamamen kesememiştir. Doğayı ve rengi ön plana çıkardığı, felsefi derinlik taşıyan şiirsel filmleri için uğraşmaya devam etmiştir. Sanatı her şeyin hatta bazen izlenme kaygısının bile önüne koymuştur. Kendisine yöneltilen olumsuz eleştirilere ve gördüğü tepkilere rağmen bu önceliğini korumuştur. Ortaya çıkardığı özgün işlerle şiirsel sinema anlayışının öncüsü olmuştur.

 

Ayna

Gerçeğin ve kurgunun harmanlandığı bir film olan Ayna, Tarkovsky’nin hayatından izler taşımaktadır. Filmde Aleksei karakteri Tarkovsky’yi, Ignat karakteri hem Tarkovsky’yi hem Tarkovsky’nin oğlunu, Margarita Terekhova ise oynadığı rollerde hem Tarkovsky’nin annesini hem de karısını temsil eder. Tarkovsky’nin ikinci eşi Larisa Tarkovskaya, filmde doktorun karısı rolünde, Tarkovsky’nin annesi Maria Vishnyakova da yaşlı anne rolünde oynamaktadır. Evet, bu kısmın biraz belirsiz ve karışık olduğunu kabul etmek gerekir. Filmin pek çok yerinde karşımıza çeşitli aynalar çıkar. Ortak bir hikayenin farklı yansımaları bu aynalarda yer bulur. Filmin başında açılan televizyondaki bir programda kekemelik yaşayan bir gencin rahatça konuşmaya başladığını görürüz. Filme bu sahneyle başlayarak Tarkovsky izleyiciye sanki şöyle demektedir: “Evet, artık dilimin bağı çözüldüğüne göre konuşabilirim ve aktarabilirim. Hadi başlayalım.”

Zamanlar ve Karakterler

Film, tek bir zaman üzerinde ilerlemez. Geçmiş ve karakterlerin içinde bulundukları gün birbirine karışır. Bazen siyah beyaz bazen de renkli sahneler karşımıza çıkmaktadır. Bilinç akışı şeklinde olaylar ve insanlar birbiri ardına dizilmektedir. Geçmiş ve bugün… Bunlar birbirinden bağımsız değil, iç içe geçmiş vaziyetteler mesajını alırız adeta. Filmde sadece zamanlar değil, karakterlerin yazgısı da birbirine karışır. Aleksei, onun oğlu, kızı, babası, annesi, kız kardeşi ve eşi ailedeki tekrar eden mutsuzluk örüntüsünde kendi yerlerini alırlar. 

Hesaplaşma

Filmde anne figürü, kafa karıştırıcı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Annenin bir horozun kafasını kestikten sonra kötücül bir yüz ifadesiyle doğrudan kameraya bakması, saçını yıkadığı sahnede gerilim filmi havası veren hareketleri kafamızda anneye dair çok olumlu bir imaj çizmez. Annenin ağladığı ve üzüldüğü sahnelerde ise yaşadığı acıyı görürüz.  Belki burada bir ikilemin varlığından söz edebiliriz. Bu ikilem, annenin babayı aldatıp aldatmadığına dair Tarkovsky’nin kafasında dolaşan sorulardan kaynaklanıyor olabilir. Belki de yıllardır içini kemiren soruların, acıların yükünü izleyiciye yansıtıyordur. Acaba annesine hiç sordu mu ve yüzleşti mi diye düşünebilirsiniz. Bence bu sorunun cevabı bize filmde sezdiriliyor. Aleksei ve annesi arasında geçen telefon konuşmasında Aleksei annesine babasının onları ne zaman terk ettiğini, evlerinin yanındaki ahırın ne zaman yandığını sorar. Annesi ise kısa cevapları yeterli bulur ve sonrasında konuyu değiştirir.

 

Kapanan Telefon

Annesiyle konuşurken Aleksei’nin kafası o kadar dağınıktır ki günün hangi saatinde olduklarını karıştırır. Annesine neden sürekli tartıştıklarını sorar. Hatalı olan kendisiyse annesinin onu affetmesini ister fakat annesi konuşmayı bitirmeyi tercih eder. Telefonu Aleksei’nin yüzüne kapatır. Aleksei, annesine yaklaşma ve onunla açıkça konuşma yollarının yeniden kapandığını görür. Telefon konuşması sırasında içinde bulunduğu evin yıpranmışlığı ve kasveti sanki onun psikolojik durumunu simgelemektedir. Görüntü bir odadan diğerine geçerken o da kendi zihninde çeşitli kapılardan geçmektedir. 

Düş ve Gerçek

Tarkovsky, filmde düşselliği kullanmaktan geri durmaz. Aksine, sahip olduğu sanat anlayışı onun somut olana bağlı kalmasını engeller. Düş ve gerçeği büyük bir sanatsallıkla birleştirir ve izleyiciye sunar. Filmdeki bir sahnede tavan parça parça dökülmektedir. Sanki ustalıkla tasarlanmış bir kabusu izleriz. Filmin hafızalara kazınan bir başka sahnesinde ise anne yatağın üzerinde havada durmaktadır. Onun hemen yanında bir kuş uçmaya başlar. Bu uçuş, yüklerinden kurtulmayı ve özgürlüğü çağrıştırır.

Usturalı Bir Deli Gibi 

Filmi izlerken pek çok yerde Tarkovsky’nin babası Arseny Tarkovsky’nin sesini duyarız. Arseny Tarkovsky dış ses olarak kendi şiirlerinden bazılarını okur. “Kaderimiz takip eder bizi, usturalı bir deli gibi” mısralarını duyduğumuz sahnede annenin ağlamasını izleriz. Tarkovsky bu sahnede adeta annenin ruh halini babanın sesinden bize anlatmaktadır. Filmde eşini ve çocuklarını terk edip askere giden, yalnız bırakan bir baba figürü karşımıza çıkar. Birkaç yerde duyduğumuz tren düdüğü belki de babanın gidişini simgelemektedir. Hem anne hem de çocuklar, bu gidişin arkasında bıraktığı kederden paylarına düşeni yüklenirler.

Aleksei’nin Hastalığı

Bir doktorun Aleksei’yi muayene ettiği kısımda doktor onda yaygın görülen bir durum teşhis eder. Bir kişinin ailesinden biri aniden öldüğünde bu durumun ortaya çıkabileceğini söyler. Kendisine Aleksei’nin ailesinden kimsenin ölmediği söylendiğinde ise doktor, “Vicdanı var, anıları var” cümlesini kurar. Bu kısacık cümle, izleyicide derin düşüncelerin kapısını aralar. Aleksei’nin uzanırken üzerine örttüğü örtünün üstünde hasta ya da ölü gibi duran bir kuş görünür. Aleksei kuşu eline alır ve uçurur. Aleksei’nin durumunu net olarak bilemeyiz ama kuş özgürleşir.

Yaşlı Anne ve Çocukları

Filmin birkaç yerinde ve sonunda annenin yaşlı halini görürüz. Anne çocuklarıyla beraber tarlalarda yürümektedir. Tarlalardan geçerken Tarkovsky’yi temsil ettiğini düşündüğümüz küçük çocuk durur ve bağırır. Mutluluk mu hüzün mü karar veremediğimiz duygular barındıran bu bağırış neden filmde yer almaktadır? Tarkovsky, filmin sonuna gelmişken bu sahneyle neyi amaçlamaktadır? Filmde bana acı veren şeyleri, yaşadıklarımı, belki yaşayamadıklarımı bağırdım ve duyurdum, kendimle ve ailemle olan hesaplaşmamı tamamladım diyor olabilir mi? Aslında buna verilebilecek kesin bir cevap yok ama bu şekilde olabileceğini düşünmemizde de bir sakınca görmüyorum.

Anlatılan ama Hep Eksik Kalan

Bu yazıyı bitirirken biliyorum ki bahsedemediğim çok şey var. Hepsini sığdırmam mümkün olmadığı için yer vermediğim şeyler… Zaten mevzubahis Tarkovsky ve onun filmleriyse ve özellikle de “Ayna” dan bahsediyorsak söylenmemiş şeyler hep olacaktır. Bir şeyin tamamlandığını net olarak söyleyebilmek için kesin sınırları ya da belli ölçütleri olması gerekir. Tarkovsky’nin sinemasında ise bunlar bulunmaz çünkü o, felsefi derinliği ve soyut temaları dert eder. Soyut bir kavram, farklı zihinler tarafından farklı yorumlanabilir. Böylece ona çizilen kesin sınır işlevini yitirir. Bu yazıda size bahsetmiş olduğum “Ayna” filmi, Tarkovsky’nin şiirsel sinemasının etkileyici bir örneği olarak karşımızda durur. İzlediğinizde sınırlar, ölçütler ve şiirsellikle ilgili yazdıklarımı daha iyi anlayacaksınızdır. Filmin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz. Keyifli seyirler diliyorum. Eğer başka bir yazı daha okumak isterseniz bu yazıya göz atabilirsiniz. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın.

Yazar: Reyyan Muyan

Editör: Şevval Pektaş

Tavsiye Edilen Yazılar

Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!


Bir Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir